Ben bir kartpostal hastasıyım. Sadece gönderilenleri almayı değil – ki bu ayrı bir yazının konusu olabilir – göndermeyi de severim. Sanırım şimdiye kadar en çok kartpostal trafiğim olan insan dostum İ. Asıl kartpostal meraklısı oydu, bana Montpellier’den, Fransa’nın dört bir yanından gönderdiği, uzun bir mektubu çeşit çeşit kartın arkasına yazıp onları numaralandırdığı seri halen bir kutuda, duvarlarımda, kitapların arasında duruyordur.
Biz bu yazışma işine neredeyse 20 yıl önce başladık. Önce defterlerimiz vardı, gün aşırı değiş tokuş eder, birbirimizin yazdıklarını okuyup kendi içimizden gelenleri yazardık. Öyle böyle değil, sayfalarca, defterlerce… Dillere destan bir defter trafiğimiz vardı. Sonra o Montpellier denen küçük Fransız şehrine gitti. Defterleri göndermek pahalı ve zahmetli olduğundan mektup kağıtlarına geçtik. Yine sayfalarca mektuplar… E-mail denen şey hayatımıza girmişti yavaş yavaş aslında ama biz hep mektubu, kağıdı, kalemi tercih ettik.
İ.’de numara çoktu. Bir ara mektupların kenarlarını mumla, çakmakla yakardı. Havalı bir ayrıntıydı bu etrafı yanık kağıtlar. Sonra işte şu numaralı karpostallar geldi. Büyüdükçe, hayatlarımız karmaşıklaştıkça mektup işini savsaklar olduk, tamamen kartpostala geçtik. İ. İstanbul’a geri döndü, Bahçelievler-Beyoğlu arasında kartpostallar sekteye uğrayacak derken benim seyahatlerim başladı. Önceleri çok önem vermedim bu işe ama İ. başıma kaktıkça gittiğim şehirlerde postanenin yolunu öğrenmeye, o şehrin bana hissettirdiklerini yansıtacak kartı saatlerce aramaya, mutlaka pul yapıştırılmasını rica etmeye başladım. En büyük sorun İ.’nin ortaokul yıllarından beri ya apartman ya da daire numarasını yanlış hatırladığım adresini her seferinde düzgün yazabilmekti. Bahçelievler postacıları dağıtım konusunda biraz yavaş olsalar da neyse ki benim saçma sapan adres yazımlarıma, İ.’nin değişen soyadına alıştılar, kaybolan bir şey olmadı. Şimdilerde kartpostal gönderilecek kişileri belirlemek, onları satın almak, arkalarını yazmak ve postalamak gezgin hayatımın en büyük ritüeli oldu.
Bu yazı nereden mi aklıma geldi? Bu ara elim yine kartpostallara gidiyor. Bir yere gittiğim de yok ama İstanbul’un orta yerinden kartpostallar yollayasım var. Sanki onlardan daha iyi hiçbir şey ifade edemez içimden geçenleri. Hem onlardan daha kalıcı ne olabilir ki?


idil için bir cevap yazın Cevabı iptal et