Yazar: Y.

  • une femme douce – robert bresson

    eskilere döneceğiz demiştim. ilk durak bresson’un 1969 yapımı une femme douce (yumuşak bir kadın) oldu. bir dostoyevski öyküsünden uyarlanan filmde tefeci luc ile çok da sevmeden evlenen 16 yaşındaki elle’in gizemli dünyasını luc’ün anlatımıyla izliyoruz. film havada süzülen bir eşarp, arabaların fren sesleri ve yerde yatan bir kadınla başlıyor. yüzlere, kafalara yer vermeyen sahnelerde eller, ayaklar,…

  • l’uomo che verrà – giorgio diritti

    ikinci dünya savaşı’nın karanlığını italyan kırsalının güneşli çayırları, bereketli topraklarıyla birleştiren 2009 yapımı bir film. yıl 1943, martina kardeşi kollarında öldüğünden beri konuşmayan bir küçük kız çocuğu, büyük bir çiftlikte yaşayan kalabalık bir italyan ailesi. ama bu sefer özpetek ve fellini filmlerinden alışık olduğumuz şatafatlı sofralar, uzayıp giden spagettiler yok sofrada. naziler en sakin yerlere…

  • bizim evdeki dominic west sendromu

    her şey üç yıl önce david simons yapımı the wire‘ı izlememizle başladı. altı sezonluk diziyi – ki gelmiş geçmiş en iyi televizyon dizilerinden biri eleştirmenlere göre – arka arkaya, kimi zaman bir koca haftasonunu sadece ona adayarak kısa zamanda tükettik. tüketirken de bazı sezonlarda öne çıkan, bazı sezonlardaysa hiç yokmuşçasına karanlıklara karışan mcnulty karakteriyle iyice…

  • hoşgeldin caz!

    ,

    ağustos ayıyla birlikte ramazan ayı, ramazan ayıyla birlikte mantık dışı etkinlik ramazanda caz hayatımıza geri döndü. cazın ramazan ayıyla, dinle imanla değil ama bambaşka şeylerle ilgili olduğunu nasıl anlatmalı? benim ilk aklıma gelen boris vian’ın günlerin köpüğü‘nün önsözüne yazdıkları oldu: “Hayatta, en önemlisi her şey üstüne a priori yargılara sahip olmaktır. Öyle görünüyor ki, aslında,…

  • içimizi açmayan filmler

    bu hafta şansısız filmler konusunda. dün belki de sadece sibel kekilli’den dolayı varlığından haberdar olduğumuz ayrılık (ingilizcesi when we leave), bugünse shane meadows’un this is england‘ı içimi oldukça kararttılar. içimden kerem akça gibi “bu filmlere gitmeyin” demek geliyor ama işin ucunda mahkemeler, davalar, tazminatlar olduğuna göre artık en hafif eleştirilerle yetinip, aman ona buna kimseye hiçbir…