Ne soru ama! Selfie=halk diye bir genellemeyi de buracığa sıkıştırırsak tamam oluruz bence. Gelelim bu soru nereden çıktı şimdi konusuna…
İstanbul Modern’in Galataport’taki yeni ve müthiş havalı yeni binasında Haziran ayından beridir Olafur Eliasson’un Senin Beklenmedik Karşılaşman başlıklı sergisi var (halen görmediyseniz sergi 9 Şubat’a kadar sürüyor bu arada). İstanbul Modern sergilerini yeni binaya geçtiğinden beri yakından takip etmedim ama sanırım Eliasson sergisi uzun zamandır yaptıkları en büyük yabancı sanatçı sergisi. Tabii Modern’in kendi koleksiyonundaki birçok Türk sanatçının, bence, Eliasson’dan daha ilgi çekici olduğunu ve solo sergiyi hak ettiklerini de söylemem gerek. Neyse konumuz bu değil, dağılmayalım.
Eliasson sergisine açılır açılmaz koşanlardan değilim. Instagram’ı olan bir arkadaşım açılıştan birkaç gün sonra “Hemen gitmem gerek, yoksa gitmemin bir anlamı kalmayacak” dediğinde ne demek istediğini anlayamamıştım. Meğer serginin içeriğiyle ilgili bir fotoğraf bombardımanına maruz kalmaktan bahsediyormuş. Bense rahat rahat gezecek zamanım olmasını beklemek istedim. Ve neden bilmem, müzelerin halk günlerini çok sevsem de bu serginin halk gününde gezilirse “piç” olacağına dair bir hissim vardı. Hissim doğru çıktı. Ancak yine de halk gününde gitsem ne kadar fark olurdu ki diye de düşündüm. Nitekim “sanat” eserleriyle ha üç kişi fotoğraf çekmiş, çektirmiş, poz vermiş, ha on kişi. Eliasson sergisi adeta insanlar selfie çeksin, fotoğraf çektirsin, sosyal medyada paylaşsın, tag’lesin, tag’lensin, PAYLAŞSIN PAYLAŞSIN PAYLAŞSIN diye yapılmış. Güncel sanatta geride kalmış olabilirim. Bir sergi, çok para harcanmış bir sergi, gelip onu gezenler tarafından paylaşılmadığı sürece ölü bir yatırım olabilir. İnsanlar artık instagram’da paylaşıldığını görmedikleri bir etkinlikle ilgilenmiyor olabilir. “Olabilir” diyorum ama belli ki öyle… Bu acı gerçeği kabul etmek zor.

Bir yandan da Eliasson sergisini, tüm o cam topları, aynaları, ışık yansıtan enstalasyonları, rengarenk odaları arasında gezdikten sonra gittiğim Venedik Bienali’nde “hadi benimle fotoğraf çekin!!!” diye bağıran bir eser gördüm mü diye düşündüğümde cevabım kocaman bir evet olamıyor. O zaman kafamda şu sorular beliriyor:
- Bizde mi bir sorun var, çok mu instagramcı, fotoğrafçı, paylaşmacı olduk? Dijital çöplüğümüzün sonu ne olacak? (Annemin “hangi kanalı izliyorsunuz?” diye mesaj atan arkadaşına sadece kanal adını yazmak yerine televizyonun fotoğrafını çekip atması mesela…)
- Büyük kurumlar sergi organizasyonlarını, sanatçı seçimlerini “paylaşılabilir sanat” ya da “instagrammable art” yönünde yapıp insan trafiği çekmeye mi çalışıyor?
- Eliasson sergisinde gördüğüm fotoğraf çekilmek için hazır gelen arkadaş gruplarını düşününce… Acaba bu güruh bu sayede sanata yakınlaşıyor mudur? Yani insanımızı güncel sanata alıştırma yöntemi instagram’dan geçiyor olabilir mi?
- İyi fotoğraf vermeyen sanat sanat değil midir?
- Peki günümüz sanatçıları bu “ihtiyacı” karşılamaya yönelik eserler üretmeye mi yöneliyor? Ya da şöyle desek: adı sanı duyulmuş, bilinen, para kazanan bir sanatçı olmanın yolu paylaşılabilir, selfie’de iyi arka plan sağlayan sanat yapmaktan mı geçiyor?
Geçenlerde bir magazin gazetecisi, belli ki, kendisine gelen basın bültenini aynen paylaştı. Adını sanını pek bilmediğim, orta kategori bir dizi oyuncusu AKM’deki Andy Warhol sergisini gezmiş. Haber bu. Kızımız giyinmiş kuşanmış, muhtemelen menajeri (fotoğrafçı tutmamışlardır bunun için diye tahmin ediyorum) eserlerle fotoğraflarını çekmiş. Basın bültenini yazmış, bu fotoğraflarla servis etmişler. Sergi gezmenin haber değeri taşıdığı düşünülen canım ülkem… Hal böyleyken elbette içinde güzel, renkli fotoğraflar çekebildiğiniz sergi de en güzel sergi olacak.
Not: Bu “instagrammable art” denen şey aslında daha çok etkileşimli sanat (interactive art) ya da mekansal dijital yerleştirmeleri (immersive art) kapsıyor. Sanırım bizde de Monet’nin, Van Gogh’un bu şekilde sergileri olmuştu. Konuyla ilgili şurada güzel bir yazı buldum ama derinleşmek isterseniz Google emrinize amade :)

Yorum Yapın