Kendimi genel olarak işe yaramaz bulsam da aynı şey arkadaşlarım için söz konusu değil. Geçen hafta İstanbul Film Festivali kapsamında Türkiye’de ilk kez gösterilen Kırık Beyaz Laleler‘i izledikten sonra bir kez daha bunu düşündüm.
Aykan Safoğlu’nun yazarı, yönetmeni, editörü, yapımcısı, kısacası “auteur”ü olduğu Kırık Beyaz Laleler‘e James Baldwin’in İstanbul günleriyle ilgili bir film izleyeceğimi düşünerek gittim geçen hafta. Yıllardır Berlin’i mesken tutan A.S.’den kısa mailleşmeler dışında okul zamanından beri haber almamıştım. Zaten filmden de katalogda rastlamasam haberim olur muydu bilmiyorum. Ama işte rastlantı denen şey bir sürü halkanın iç içe geçmesinden oluşuyor ve halkalar bir kez dizilmeye başladıktan sonra tut tutabilirsen. A.S.’nin hikayesi de bu rastlantılar ve bu rastlantılara bilinçli bir bakış atmakla, onları özenle işlemekle ilgili.
Amerikalı yazar J. Baldwin’in kenti New York’a gittikten sonra onun İstanbul’da geçirdiği günlerle ilgili düşünmeye başlayan A.S. birbirinden binlerce kilometre uzaktaki kentler, karakterler, tarihler arasında çıkış noktasını Baldwin’den alan bir hikaye kuruyor. Bunu yaparken Baldwin’e aşina olmayan seyircisini de biçare bırakmıyor beyaz perde karşısında ve sinemamızın çocuk oyuncularından, annelerimizin yıllar geçtikçe sararan saçlarına, A.S.’nin ablasının her yaz güneşte daha da yanan teninden, tenleri an be an beyazlaşan siyahi şarkıcılara kadar yaşımız yettiğince tanık olduğumuz popüler kültür tarihinin tuhaflıklarına da değiniyor. Kırık Beyaz Laleler‘in sade tekniği sayesinde metindeki espritüel ayrıntıları yakalamak kolaylaşıyor, 24 dakikalık film hem ilham hem de üstüne düşünecek bir yığın malzeme veriyor.
Filmi izledikten 2-3 gün sonra kendimi Giovanni’nin Odası‘nı tekrar okurken buldum. Yavaş yavaş, sindire sindire okumaya devam ediyorum. Baldwin’in İstanbul’da yazdığı kitapları da var, biliyorum ama bence Paris’te yazdığı, Paris’te geçen Giovanni’nin Odası en büyüleyici olan.
Kırık Beyaz Laleler‘le ilgili söyleyecek daha çok şey var ama istiyorum ki gidip A.S.’nin ağzından dinleyin tüm hikayesini. Ve bunun için şimdilik tek fırsat 15 Nisan 21:30 İstanbul Modern gösterimi gibi görünüyor. Yönetmen arkadaşım diye söylemiyorum ama bence kaçırmayın. Hem ilginç hem de samimi işler kolay bulunmuyor.

Yorum Yapın