Sinema sevinci ve The Angel’s Share

“Yaşamak”la bir sorunum var. Neden bilmiyorum ama hep erken ölmeyi, intihar etmeyi, kendi kendime son vermeyi hayal ederdim. Ne hayaller ama! Azıcık felsefe, azıcık varoluşçuluk, azıcık nihilizm de girince hayatıma, bütün bu fikirlerime kulplar bulmuş hissettim. Kimseyi korkutmamak için daha az konuşur, fikirlerimi kendime saklar oldum. Ancak hiçbirinden de vazgeçmedim.

İyi icra edilen tüm sanatlar yaşam sevinci uyandırır içimde. Pina Bauch’un Masurca Fogo‘sunu AKM sahnesinde izleyip nasıl büyük bir mutlulukla evime, odama döndüğümü hatırlıyorum. Fellini ya da Bunuel filmleri izledikten ya da geçen gün Ceramic Dog konserinden çıktıktan sonra hissettiğim de işte bu yaşam sevincidir.

Sinema benim için “mümkün olmayanın vuku bulduğu yer”. Olağan şeyleri, her gün karşılaştığım olayları beyaz perdede izlemeyi sevmem. Hele o olaylara yeni bir yorum katılmamışsa, mucizevi bir değişim yoksa, klişeler havada uçuyorsa, o film bir işkencedir benim için. Ulaşamadığım, fark etmediğim, yanından bile geçemeyeceğim hayatları bana getiren, ufkumu açan, beni yepyeni insanlar ve insanlık halleriyle tanıştıran sanattır sinema. Ve asıl önemlisi sinema bana diğer tüm sanatlardan daha sık yaşam sevinci veren sanattır. Doğru düzgün sahnesi bile olmayan kentimizde iyi bir dans ya da tiyatro çalışmasına ulaşmak için festivalleri kollamak, başka ülkelere gitmek gerekir. İyi filmlere ulaşmak içinse bazen evinizden çıkmanız bile gerekmez. Ve öyle filmler vardır ki salondan çıktığınızda ya da koltuğunuzdan kalktığınızda gözleriniz parıldar, kendinizi izlediğiniz için şanslı hisseder, filmdeki müzikleri mırıldanmaya devam edersiniz. 

Ken Loach’un son filmi The Angel’s Share beni tüm bunları düşünmeye itti, hissettiklerimi kelimelere dökmeme yardımcı oldu. The Angel’s Share insana yaşam sevinci veren filmlerden. Glasgow’da, sosyal hizmet cezasına çarptırılmış bir grup suçlu, suça meyilli gencin çevresinde geçiyor. Ne iş bulabiliyorlar ne de işledikleri suçların gölgesinden çıkıp yeni bir hayat kurabiliyorlar. Acımasız toplum onları değişmemeye mahkum etmiş. Ne acıklı konu değil mi? Olabilirdi ama değil. Loach bu konuyu öyle bir şekilde işliyor ki sadece dokunaklı denebilir, asla acıklı değil. Hayatlarını kurtarmak için yapabilecekleri tek şey var: bir “beyaz suç” işlemek. Film, umutsuz gibi görünen bir sorunu absürd, eğlenceli, macera dolu bir şekilde çözüyor.

The Angel’s Share iki gün öncesine kadar Beyoğlu’ndaki Yeşilçam Sineması’nda oynuyordu. Belki halen yakalayabilirsiniz. Olmadı, tüm korsanlıkları göze alın, Digiturk programlarını takip edin, bu filmi mutlaka bulun. Sinemamızda çoğunlukla takılıp kalınan dram, karakter, senaryo sorunlarına harika cevaplarla dolu bir film. En güzel yanlarından biri de bu şarkı:

Comments

“Sinema sevinci ve The Angel’s Share” için bir cevap

  1. Joe Avatar

    Çok güzel yazmışsınız, filmi seyretmek ve viski içmek istedim! Teşekkürler.

Joe için bir cevap yazın Cevabı iptal et