Kamusal sanat derken?

Sabah Faik Paşa Caddesi’nden işe doğru yürürken her ay birkaç kez karşıma çıkan yaşlı eskici geçti yanımdan. Üstünde birkaç parça biçimsiz eşyanın durduğu tekerlekli tezgahını çok ağır adımlarla itiyordu. Mahallemizin dik yokuşlarında bu tezgahla nasıl başa çıktığını düşündüm. En aşağı 70 yaşında olmalı, ayağında büyük ihtimalle birilerinin verdiği ya da bir çöpün yanında bulduğu ve büyük geldikleri her hallerinden belli olan siyah rugan ayakkabılar vardı. Öyle zarif bir model değil, tam tersi hem rugan, hem kaba saba, tam bir “tasarım harikası”. Dişlerinin dökülmüş olduğu çenesinden ve ağzının duruşundan belliydi. Gözlük camları o kadar kalındı ki gözleri minnacık görünüyordu. Bir şey toplamak değildi de amacı, bir rutini döngüyü bozmadan yerine getirmekti sanki. Onu hayatta tutan da bu rutin büyük ihtimalle.

Ben bu adama hep bakardım, hep dikkatimi çekerdi ama bu sabah varlığının daha da bir farkına vardım. Mustafa Kaplan’ın elinden çıkma Barın Yurt performansının bunda bir payı olduğu kuşkusuz. 

Görünürlük Projesi 8 kapsamında geçtiğimiz Cumartesi akşamı Galata’daki unutulmuş yerlerden Barın Yurt’taydık, yani Musevi huzurevinde. Kaplan, Lesli Karavil, Tülin Özen ve Aytül Hasaltun’la bir arada geliştirdiği video-performans projesinde belki de farkında olmadan bir vicdan muhasebesine tabi tuttu bizi.

Dört bölümde sunulan performansın ilk bölümü bir belgesel videodan oluşuyordu. Kaplan’ın Barın Yurt civarındaki esnafla, çocuklarla “Barın Yurt neresi biliyor musunuz?” sorusu üzerinden sohbetiyle başlayan video, huzurevinde yaşayanlarla konuşmalar, artık çok az kişinin konuştuğu Ladino diliyle ilgili ayrıntılarla sona erdi. Performansın ikinci bölümünde Lesli Karavil ve Tülin Özen İspanyolca-Türkçe bir oyun oynadılar, Aytül Hasaltun da İspanyol Musevileri ve Ladino ile ilgili istatistiki bilgiler sundu. Bundan sonraki bölümde seyircilere salondaki masalara yerleştirilmiş televizyonlar arasında dolaşıp huzurevi mutfağından çıkma börekitas ve karabiberli-şekerli kurabiyelerden yeme ve huzurevi sakinlerinin hayatını kendi ağızlarından birebir dinleme olanağı verildi. Performans Türkçe-İspanyolca şarkı söyleme, huzur evi sakinleriyle dans etme, göbek atma ile sona erdi.

Yaklaşık iki saatlik ağır deneyimi bir kuru paragrafta özetledim. Kimi 400-500 yıl önce Türkiye’ye göç etmiş Sefaratlar’ın soyundan gelme, kimi Nazi Almanyası’ndan kaçıp sığınmış yaşlı yüzlerle dolu Barın Yurt’ta kendimi bayramlarda arkasında bir kamera ordusuyla huzurevlerini ziyaret eden sahte bir milletvekilinden ya da bakandan daha samimi hissedemedim. Beklenmedik bir şekilde içine düştüğüm bu buruk ortamda kavramsal sanatın dibini görmek elimi ayağımı birbirine dolaştırdı. Barın Yurt’un 300-500 metre ötesinde 35 yıldır yaşayıp, çalışıp varlığından haberdar olmayanlar yine habersiz kaldıklarına göre bu performans amacına ulaşmış mı oluyor? Ben bir sanat tüketicisi olarak bu oyunun gerçek ve tek hedef kitlesiysem, “hedef” nedir? Gidip mutfaklarından çıkma taze börekleri, kurabiyeleri tükettiğimiz, sanatımızın nesnesi yaptığımız bu insanlar belki çok hoşlandılar varlığımızdan, geçirdikleri geceden ama bana çok ağır geldi bu deneyim.

Çıkışta “iyi akşamlar”ıma “görüşürüz” ile cevap verip elimi sımsıkı sıkan amca, bir gecelik sanatsal eğlencem de sizden oldu. Kamusal sanat diye diye buralara kadar geldiğimize göre kamusal olana bir kez daha bakmak mı gerekiyor acaba? Örneğin o eskiciyi düşünüyorum da, neresinde yer alırdı bizim kamusal sanat maceramızın? Peki biz neresindeyiz onun hayatının?…

Comments

“Kamusal sanat derken?” için bir cevap

  1. kemal bozkurt Avatar

    Kabalık etmek istemem ama sizin karşınızdakini kendinizden bilme halinize birkaç sözüm olur elbette. Ne Mustafa ne de Lesli adına konuşamam ama daha geçen hafta Cumartesi Annelerinde buluştuğum Tülin ve karnı burnunda haliyle beraber 1 Mayıs’a gittiğim Aytül üzerinden boş ve boş yazmanıza rıza göstermeyeceğim. Söylemeliyim mesela Van depremine vicdanını köreltmek için olsa bile taş değil de elbise gönderenler pek değerlidir benim için. Ne hafifser ne de yok sayarım. Eklemem o kişiye, bir de Van’a git de iki enkaz kaldır diye…. Kürt’ün depremine dahi taşların gönderildiği memleketimde, cesarettir Yahudilerle, Kürtlerle ve Ermenilerle gezmek tozmak. Sizin kendiniz de gördüğünüz inceliği, performansı yapan arkadaşların çoktan görüp sizden gayrı 2 ay bilfiil uğraşmış olduğunu ve harekete geçmiş olduğunu da görseniz daha adaletli olurdu yazdığınız. Ve elbette kavramsal sanat veya performansları birkaç kez hasbelkadar seyredebilmiş olmama rağmen diyebilirim ki bu ‘o’ değil. Ama hiç değil…ve ben, siz az ya da çok kendinizden gayrılarına yaptığınız da birşeyler, yoksaymayacağım…Karşılaşırsak mesela mücadele alanlarında…Açlık grevleri eylemlerinde, 1 Mayıslarda yanınızda duracağım, burnumu kıvırmadan…Son söz yerine kendinizi sanat tüketicisi olarak tariflemişsiniz. Hal böyleyse ve farkındaysanız durumun, siz ürettiğinizde emin olun sizi tutan ben olmayacağım…Attığınız taş gaya kuyusuna düşmedi. Ve belki herkesin ihtiyacı olan bir tartışmaya vesile oldu.
    Ben de böyle bakmışım meseleye, işte bu da linki

    http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/500-mglik-apranax-5758

kemal bozkurt için bir cevap yazın Cevabı iptal et