salt galata’da sergi ziyafeti

sezon açıldı, yepyeni sergiler var istanbul’un dört bir yanında. hafta sonu bunlardan birkaçına göz gezdirdik ve epey mutlu olduk eski dostum b. ile. bu arada geçmişten bir gün çalmış gibi de hissettik, iyi oldu. tek sorun, şimdilik, ara verdiğimizde karşılıklı sessiz oturup kitap okuyacak sakin bir kafe bulamamamız. bir zamanlar galatasaray’daki koyu kahve üssümüzdü, meğer ne büyük lüksmüş de haberimiz yokmuş…

salt’ın hollanda’daki van abbe müzesiyle birlikteliği sürüyor. yolumuz galata binasına düştü ve salt’ta görmeyi beklemediğim içerikte bir sergiyle karşılaştım. istanbul eidhoven saltvanabbe modern zamanlar 20. yüzyıl başından 1960lara türk ve yabancı sanatçılardan resim (peinture) ağırlıklı bir seçme sunuyor.

fernand léger, georges braque, raoul dufy, picasso, abidin dino, fikret mualla, yüksel arslan, fahrelnissa zeid ve daha birçok sanatçının eserlerinin “yamuk bir perspektifle” zeynep yasa yaman’ın küratörlüğünde biraraya getirildiği bu derli toplu sergide asıl etkileyici olan bu resimler değil ama bir film: cumhuriyetin onuncu yılı için rus yönetmenler sergey yutkeviç ve lev arnstam tarafından çekilen türkiye’nin kalbi ankara filmi cumhuriyet bayramı kutlamalarına bir “rus” gözüyle yaklaşıyor. istanbul’dan görüntülerle başlayan film ankara’ya geçtiğinde anadolu’nun ortasındaki güzel şehir tanımlamasının neye karşılık geldiğini anladım. modern mimarisi, geniş caddeleriyle ankara bir zamanlar gerçekten “projelendirilmiş” bir şehirmiş. istanbul, belediyelerin kenti çirkinleştirmek üstüne kurulu eylemlerine her zaman doğasını siper edip kendini bir yere kadar korumayı başarsa da, ankara, kenti rant kapısı olarak görenlere karşı tamamen savunmasız kalmış.

galata binasının alt katındaki sergide filmin başından ayrılamayarak 1,5-2 saat geçirdik. bu yüzden de üst kattaki modernin icrası: atatürk kültür merkezi, 1946-1977 sergisini bitirecek zaman kalmadı. yine de bunun da en az saltvanabbe kadar ilginç bir sergi olduğunu söyleyebilirim. 6 ocak’a kadar açık olan serginin gezebildiğim kadarında akm’nin dününü belgelerken bugününe şaşaalı bir ağıt yakılmaması hoşuma gitti.

serginin en can alıcı noktalarından biri muhsin ertuğrul’un bir tiyatro istiyorum efendim… yazısı. ertuğrul’un perdeci takma adıyla yazdığı ve darülbedayi dergisinin 1 kasım 1931 tarihli üçüncü sayısında yayımlanan yazı aradan geçen 81 yılda çok büyük değişiklik olmadığını gösteriyor. hatta neredeyse bugün de birileri böyle bir yazı yazabilirdi. merak edenler için buradan okunabilir.

mimari eğitim almamış benim gibi insanların da kente, mekana bilinçli ve “farkında” gözlerle bakmasını sağlayan salt sergileri ne kadar çok insana ulaşırsa sokaktaki fark o kadar hissedilir bence. dünü gördükten sonra bugünü beğenmeye, bundan sonra yapılacakları (örnek: taksim yayalaştırma projesi) anlamaya imkan yok.

Comments

Yorum Yapın