istanbul film festivali kitapçığını festival başlamadan almayalı uzun yıllar oluyordu. geçen hafta aylaklık yaparken atlas pasajı’na girip sinema gişesinin önünde yığılı kitapçıkları görmek beni lise yıllarına götürdü ve yaklaşık yarım saat sonra elimde kitapçık derin derin düşünürken buldum kendimi: son iki yıldır yaptığımız gibi canımız ne zaman isterse, kendimizi tesadüflere olabildiğince bırakarak mı izlemeli festivali, yoksa çok eskiden yaptığım gibi o, şu, bu filmi kaçırmamak için önceden listeler yapıp bilet kuyruklarında bekleyerek mi? uluslararası yarışma filmleri önüme çıkmaya başladıkça kendimi tesadüflerin sürprizlerine bırakmaya karar verdim. geçen seneki torino atı gibi filmleri elbette ki kaçırmamaya gayret edeceğim. şimdiden gözüme kestirdiğim bir wim vandekeybus filmi var örneğin.
dün akşam festivalin uluslararası yarışma bölümündeki filmlerden andrea arnold’un uğultulu tepeler‘ini izledik. bir emily brontë uyarlaması. kitabı okumadım, tesadüf o ki hiç uyarlamasını da izlememişim. uğultulu tepeler‘e andrea arnold’un yorumuyla, siyah bir heathcliff ile giriş yapmak olağanüstü bir deneyim oldu.
arnold fish tank ile hayranlığımızı kazanmış bir yönetmen. uğultulu tepeler‘de de çalılara, dağlara, tepelere, kısaca doğaya ve insanın onunla olan ilişkisine bir bakış atıyor. film boyunca gördüğünüz her kareyi hissediyorsunuz. atın üstünde catherine’in arkasında oturan heathcliff’in küçük kızın saçlarına karışan yüzünü kendi yüzünüz gibi hissetmemenize, atın böğrünü okşayan elini kendi eliniz sanmamanıza imkan yok. eminim sinemada etkileyiciliği kat be kat artacak sahneler bunlar. “duyumsal” bir deneyim yaşatıyor seyredene uğultulu tepeler. diyaloglara, gereksiz kelimelere boğulmadan görüntüler, doğa, insanlar arasındaki sessiz iletişim tüm hikayeyi anlatmaya yetiyor.
31 mart’ta başlayacak olan istanbul film festivali’ndeki onlarca kaçırılmayacak filmden bir tanesi, benim ilk önerim.

Yorum Yapın