bir zamanlar anadolu’da – nuri bilge ceylan

yorgunluktan ayaklarımızı sürüsek de, gözlerimiz “uykuuuu” diye uluyarak kapanıyor olsa da çivi çiviyi söker dedik ve bir zamanlar anadolu’da’yı onu toplamda izleyecek hepi topu muhtemelen üç-beş bin insan arasında ilk sıralarda yer alalım sevdasıyla sinema yollarına düştük pazar gecesi. en geç seans 22:00 idi ve biz iki cesur yürek filmin iki buçuk saatlik süreyi göz ardı edip yanımızda iki adet iri muz, yarım litre karışık meyve suyu, bir büyük şişe su ve bir kutu sakızla kendimizi cevahir’in iki numaralı sinema salonuna kapadık. evet, yanılmamıştık, salonda sadece sekiz kişi vardı.


bir zamanlar anadolu’da cannes film festivali’nden jüri büyük ödülünü aldığından beri ne zaman vizyona girecek diye beklemekteydik. ne de olsa nuri bilge ceylan’ın ilk filmlerine, görüntüleri hafızamıza bir kez kazınmış ve hatice aslan’lı üç maymun istediği kadar karanlık olsun hiç mi hiç tatmin etmemişti bizi. bir zamanlar anadolu’da muhammet uzuner, yılmaz erdoğan ve taner birsel’in başroldeki oyunculuklarıyla hem bir-sıfır önde başlıyor karşılaşmaya hem de bir-sıfır yenik. muhammet uzuner’in canlandırdığı doktor ve taner birsel’in canladırdığı savcı ne kadar derin ve varoluş motivasyonları film içinde düzenli olarak yansıtılan karakterlerse, yılmaz erdoğan’ın canlandırdığı komiser de bir o kadar yüksek sesli ve bilakis derinlikten yoksun ve alelade bir tip. erdoğan’ın önceki tiplemelerinden kopup, hafızayı temizleyip filmi öyle izlemek bile bir uğraş gerektiriyor ve ben, yorgun bir seyirci olarak, bu uğraşa girmeye üşendim doğrusu. bu da beni filmin özellikle komiserin daha çok ön planda olduğu ilk yarısında (gece) hikayeyi biraz geriye itip görüntülere odaklanmaya itti. pişman değilim.

filmin gece ve gündüz olarak iki bölümden oluştuğunu söyleyebiliriz. gece, ışıkların, anadolu’nun yalnız tekinsizliğinin ve doğanın şiirselliğinin hükmettiği bölüm. bir elmanın ağaçtan düşüp yuvarlanarak suya karışması, rüzgarın uçurduğu çamaşırlar, bir gaz lambasının alevinde aydınlanan güzel bir kadın yüzü (filmdeki iki kadından biri), çeşmeler, ağaçlar, tarlalar, başaklar ve köpekler arasında bir anadolu hali olduğu gibi yansıtılıyor. tepelerin arasından geçen trenin ışıkları jandarma aracının güçlü farlarına karışıyor. ıssız yollarda üç arabaya doluşmuş, yanlarındaki katil zanlısının zayıf hafızasından süzülen hatıra kalıntılarının peşinde bir cesedin izini süren bir erkekler topluluğu. doktor şoför arap’la sohbet ederken, konuştuklarını duyuyor ama konuşan dudaklarını göremiyoruz, sırtları dönük kameraya, arada bir etrafa bakan gözlerini görüyor, yüz hareketlerinden konuşmadıklarını anlıyoruz. peki ama bu onların iç sesi mi? hayır, cevap veriyorlar birbirlerine, bu sadece filmin şiiri. bize konuşmasını değil sırtını seyrettiğimiz doktor, daha sonra bir de kameranın içinden bize dikecek gözlerini. film bitti sanacağız, bitmeyecek. ama o çok sonra.
gece benim için ne kadar tekinsiz, karanlık ve şairaneyse, gündüz o kadar şipşak, gerçekçi ve tekdüze oldu. karakterlerin dünyasını iyice keşfettiğimiz, fotoğraflarla, bize bir şeyleri iyice anlatmaya çalışan sahnelerle dolu olan gündüz bir de yetmezmiş gibi araya ufacık bir de hamam sahnesi sıkıştırdı. işte buna gerek yoktu dedim. ardından gelen otopsi odasına kapalı geçen dakikalar beni ziyadesiyle sıktı ve saat kaç diye bakarak getirdim filmin sonunu. geceden uzaklaşıp güneş ışığının aydınlattığı, karakterlerin karanlık iç dünyalarının yavaş yavaş paklandığı, asıl sebebimiz olan cinayetin de çözüme vardığı, yalnız ve vahşi doğadan kalabalık, temiz olma iddiasında ama aslında kirli, yıkık dökük ve bir anlamda yasanın, adaletin, “iyi” olanın kalesi olarak sunulan hasteneye sıkıştığımız bu bölüm gerçekten kaçma, saklanma arzumu daha da kamçıladı.   
şairaneliğini karanlığı ve ışığı kullanışı kadar, çehov’dan bir cımbız yardımıyla alıntılandığı belli olan diyaloglarına borçlu olan film, anadolu’nun zaten olan halini mi gösteriyor, yoksa kafamızda böyle bir anadolu canlandırmamızı istediği için bir imge mi yaratıyor emin olamadık doğrusu. yılmaz erdoğan’ı, baskın tiplemesini bir kenara bırakın, kulaklarınızı kuru gürültüye tıkayın ve sadece o güzel ışıkları görmek için en yakın sinema salonuna gidin. 

Comments

“bir zamanlar anadolu’da – nuri bilge ceylan” için bir cevap

  1. Anonymous Avatar
    Anonymous

    filmde iki kadın değil de sanki üç kadın vardı. komiserin telefonda konuştuğu kadını da sayabiliriz.

Anonymous için bir cevap yazın Cevabı iptal et