her şey üç yıl önce david simons yapımı the wire‘ı izlememizle başladı. altı sezonluk diziyi – ki gelmiş geçmiş en iyi televizyon dizilerinden biri eleştirmenlere göre – arka arkaya, kimi zaman bir koca haftasonunu sadece ona adayarak kısa zamanda tükettik. tüketirken de bazı sezonlarda öne çıkan, bazı sezonlardaysa hiç yokmuşçasına karanlıklara karışan mcnulty karakteriyle iyice bütünleştik. mcnulty yani dominic west. the wire bazı sezonlarıyla içimi sıksa da dominic west hiç sıkmadı. fotoğraftan görebileceğiniz gibi sebep muhteşem yakışıklılığı, bebek yüzlülüğü falan değil, bu adamda yetenek ve karizma var. neden sinemada çok görmemişiz, neden bu yaşına kadar arkalarda kalmış bilmiyorum ama daha iyilerini hak ediyor gibi.
işte bu “konu dışı” sayılabilecek yazının sebebi sevgili dominic west’imizin yeni bir dizide, ingiliz yapımı the hour‘da tekrar karşımıza çıkmasıdır. soğuk savaş yıllarında bbc’deki bir haber programının yapım dünyasına bakan diziye rastlar rastlamaz dominic west’in de etkisiyle iki bölümünü seyrediverdik. her ne kadar hayatımıza danimarka yapımı, yaratıcılıktan oldukça uzak ve bazı bazı türk-brezilya dizilerinden bile daha bayık bulduğumuz the killing sonrası başka dizi almayacağımıza (dizinin amerikan versiyonu belki orijinalinden daha ilginçtir, kim bilir), bundan sonraki günlerimizi bir diğer simons yapımı treme‘nin yeni bölümlerini bekleyerek geçireceğimize karar verdiysek de şimdilik bu kararı bozmuş gibiyiz. bakalım gelecek neler gösterecek…
bu arada bu dizi işleri dipsiz kuyu. izleyin demiyorum çünkü önerilecek şey değil. nitekim bitmez tükenmez bir merak dünyasına çekilip çıkış yolunu bir türlü bulamıyorsunuz. unutmamalı, merak kediyi öldürür.

Yorum Yapın