viyana tam bir müzeler kenti. çeşit çeşit müze ve saray gerek koleksiyonlarıyla gerek geçici sergileriyle en çok ilgiyi çekmeye çalışıyorlar. bu ilk viyana ziyaretinde benim ağıma takılanlar ise leopold müzesi, kunst halle ve belvedere sarayı müzesi oldu. bir hafta için az derseniz, daha fazlasına zamanım yetmedi ne yazık ki. özellikle albertina ve methini çok duyduğum ama klasik koleksiyonuyla çok da ilgimi çekmeyen kunsthistorisches müzesini bir sonraki gezime bırakmayı yeğledim.
viyana’da da aynen brüksel’de olduğu gibi “vienna card” isimli bir turistik kart satın alarak 72 saat boyunca toplu taşımadan ücretsiz yararlanmak ve birçok müzeye indirimli olarak girmek mümkündü. ancak viyana’nın brüksel’le karşılaştırıldığında hiç turistik olmadığını söyleyebilirim. bu kartla ilgili bilgiye bile çok geç ulaştığımı bir kenara koyarsak, museumsquartier’de bir tourist information olmamasına ve yaklaşık 20eu tutarındaki viyana kartının hiçbir müzeye ücretsiz giriş hakkı vermemesine şaşırdım. viyana’da toplu taşıma sisteminden yararlanmanızı sağlayacak başka bilet seçenekleri de mevcut olduğuna göre etkisiz bir kart olduğu söylenebilir bunun. oysa hemen hemen tüm müzelerin girişi 9,5eu (bazı müzelere kombine bilet alınabiliyor) ve viyana kart birkaç ücretsiz giriş hakkıyla çok daha çekici hale getirilebilirdi.
viyana kartı, müzelerin içindeki hoş düzeni, oldukça özenli ışıklandırmayı, gıcır gıcır işleyen asansörleri, “keine photo bitte” (umarım doğru yazmışımdır) diye uyarı yapan kibar görevlileri, dali’nin le surréalisme, c’est moi (gerçeküstücülük, benim) sergisini, michelle williams ve natalie portman’lı, roman polanski’nin yönettiği francesco vezzoli’ye ait greed reklam filmini, secession sanatçılarını, klimt’in güzeller güzeli der kuss (öpücük) resmini ve fazlasıyla anlamlı, içimden geçen her şeyi ifade eden şu sözlerini:
, belvedere’deki bir nevi balo salonunun şöminesinin içine yerleştirilmiş robert wilson’ın 2006 yapımı kara panterli video işini bir kenara koyarsak, viyana bana daha önce bu kadar derinlemesine tanımadığım bir büyük sanatçıyı hediye etti: egon schiele. 1918’de, 6 aylık hamile karısından sadece birkaç ay sonra 28 yaşındayken grip salgınında ölen schiele’nin şaşkın, hüzünlü yüzleri, rengarenk tabloları karşısında saatler geçirdim. sadece act of love ve the family resimlerini görmüş olmak bile tüm viyana gezimi anlamlı kılmaya yetti ve bir an kendimi viyana sokaklarında “bundan sonra hayatımı egon schiele’nin dünyanın dört bir yanına dağılmış resimlerini görmek üzere gezmeye mi adasam acaba?” diye düşünür buldum…





Yorum Yapın