fabre, garcia, lamaison ve genelde narsisizm üstüne

önceki yazıda da belirttiğim gibi exodos festivali bu yıl ilk kez programlamada yeni bir açılıma gitmeye karar vermiş ve festival küratörlüğü görevini belçikalı sanatçı jan fabre’a emanet etmiş. söylenene göre fabre programlamada bütçe kısıtlaması dışında bir müdahaleyle karşılaşmamış. ortaya çıkan program tahmin edebileceğiniz gibi arka arkaya izlenmesi oldukça zor işlerden oluşuyor. exodos’un bu yılki odak noktası olan ve balkan dans platformu’nun çerçevelediği balkanlar temasının içini dolduracak işleri seçmede bile jan fabre büyük rol oynamış. sonuç “bir festival nasıl programlanmalı?” sorusuna verdiği cevap açısından oldukça düşündürücü.

öncelikle şunu söylemeliyim ki jan fabre’ı daha iyi anlamak için ljubljana’ya yayılmış sergileri de gezmek şart. sergilerdeki çizimler ve yerleştirmeler kesinlikle farklı bir gözle bakmanızı sağlıyor sahne üstündeki işlere. tek bir sanatçının fazlasıyla kişisel zevki, tercihleri ve ilişkileri üstünden bir festival programı çıkarılması fikri, çıkan sonuç açısından çok hoşuma gitmese de, keşke istanbul’da da sadece birkaç gösteri, film üstünden anlamaya çalıştığımız bazı sanatçıları daha bütünlüklü olarak algılama fırsatımız olsa diye düşündüm. örneğin bir film festivali ki david lynch’in bütün filmlerinin yanı sıra 2-3 sokak ötede, bir sergisine de yer veriyor. fabre’ın festivaldeki varlığı sadece sergiyle de sınırlı değildi üstelik. sergiyi bizzat fabre eşliğinde gezme fırsatı bulduğumuz gibi, iki akşam da fabre’ın slovenya’nın ünlüleriyle (sporcular, bir model ve bir poll dansçısı) beden üzerine yaptığı sohbetlere de katılabildik. tabii tüm bunlar bir sanatçının kibrine ve kendi kendini, kendine olan hayranlığı sonucu yok etmesine şahit olmamıza neden olduğu için oldukça acı vericiydi. asla “oldum!” dememek gerektiğini bir kez daha anlamış olduk.
lafı çok fazla uzattığımı biliyorum ama dün buraya ismini yazdığım tüm sanatçılar ve işler de jan fabre seçkisinin bir parçası olduğu ve fabre’ı bir anlamda temsil ettiği için önemli olduğunu düşünüyorum. gelelim izlediklerime…

rodrigo garcia metnin büyük rol oynadığı c’est comme ça et me faites pas chier oyununda bizleri oyuncaklar, yengeçler (canlı), ateş, toprak, su ve kelimelerin büyülü dünyasına götürdü. kör bir aktörün (melchior derouet) başrolde olduğu oyunda, metinlerle imgeler ve hareketlerin direkt bağlantısı yoktu ve kimi zaman kendimi görüntünün büyüsüne kapılmış, metni bir kenara bırakmış buluverdim. felsefe ve edebiyatın birbirine karıştığı fransızca metinde beckett, céline ve thomas bernhard’dan esinlenen garcia, sahnelemede ise goya ve bunuel’in imgeler dünyasına kapılmış programda yazılana göre.

gürültülü, kaotik ve vahşi olanın çok usul ve organik bir şekilde süregiden metne, sahnedeki işkence altındaki kitap yığınına, kumsala (çimento) vuran dalgalar (deterjanlı su) boyunca uzanmış çıplak kadın bedenine karıştığı oyun ne dediğini tam olarak anlatamasa da, akılda uzun zaman kalacak imgelerle salondan çıkmamızı sağladı. sanırım amaçladığı da buydu: ister metni alın yanınızda ister imgeleri, kafanız ne kadar karışsa da, bir şekilde boş çıkmayın o salondan.

programda garcia ile aynı gün yer alan coraline lamaison’un narcisses 0 ve narcisses I, ex/tase oyunlarının ne yazık ki sadece ilkini izleyebildik. sebep ikinci oyunda yer alan kurt köpeklerinin slovenya’da halen görülme olasılığı olan kuduz nedeniyle fransa’dan çıkışının yasaklanmasıymış. kurt köpeklerinin yer aldığı bu ikinci bölüm kesinlikle çok ilginç görünüyor ve avrupa’nın başka bir yerinde yakalarsanız mutlaka izleyin. narcisses 0 ise neredeyse tüm önemli sahne adamlarıyla çalışmış olan kate strong’un narsisist bir monologundan oluşuyordu. oyunun adını %100 karşılasa da bir kez daha ingiliz espri anlayışı karşısında kendimi oldukça çaresiz hissettim. 

bu ilk günün izlenimlerini tam olarak karşılayan kelime: narsisizm. büyülü kendini beğenmişlik bir sanatçıyı gençliğinde vezir edebilirse de, ilerleyen dönemde rezil etme olasılığı yüksek. garcia’nın “ne anladığınızın çok da önemi yok!” demesindeki narsisizm çok yıkıcı görünmese de (en azından şimdilik), fabre’ın kibre ve burnu büyüklüğe kadar varan narsisizmi kendini yenileyememesine sebep olmuşa benziyor. ama bu sanırım fabre ve prometheus landscape II oyununa sıra geldiğinde daha derinlemesine ele alınabilecek bir konu…

Comments

Yorum Yapın