İsviçre Çağdaş Dans Günleri’nin sekizincisi geçtiğimiz hafta Bern’de gerçekleşti. 3-7 Mart arasında, uzun bir haftasonu sayılabilecek dört gün içinde 14 topluluğun sahneye çıktığı etkinlik boyunca, başkent Bern çağdaş dansın dünyanın dört bir yanından gelen profesyonellerini, eleştirmenleri ve sanatçıları ağırladı.
İsviçre Avrupa’nın orta yerinde, Avrupa Birliği’ne üye olmayan bir ada. Bundan iki yıl öncesine kadar Schengen vizesini bile kabul etmeyen ülke, bankacılığı ile olduğu kadar saatçiliğiyle, Leman Gölü ve “Art Basel” ile meşhur ve dört resmi dili var: Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanş. Bern ise uluslararası havalimanına sahip olmayan, ülkenin merkezinde olması nedeniyle başkent yapılmış bir küçük kent. Dağların arasındaki bu 140.000 nüfuslu merkeze ulaşabilmek için Zürih veya Basel havalimanlarına uçmanız, sonra da hatırı sayılır bir tutar ödeyip 1-1,5 saatlik bir tren yolculuğu yapmanız gerekiyor. Bern’in dikkat çekici bir özelliği de, Avrupa kentlerinde karşılaşması zor olan sokak kedileri. İsmi Almanca “ayı”dan gelen bir kentte kediler görmek şaşırtıcı değil aslında!
İki yılda bir İsviçre’nin farklı yerlerinde düzenlenen İsviçre Çağdaş Dans Günleri’nin Bern’deki ana mekanı, aynı zamanda Reso-Dance Network ile birlikte organizasyondan da sorumlu olan, Dampfzentrale idi. Aare Nehri kıyısında konuşlanmış eski bir fosil yakıt santrali olan Dampfzentrale, 2008 yılında Türkiye’yi konu edinen Culturescapes Festivali’nin de mekanları arasındaydı ve Taldans’ın Dokuman, Aydın Teker’in harS koreografilerine ve Ha Za Vu Zu’nun bir konserine ev sahipliği yapmıştı.
Festivalin mekanları arasında yer alan Tojo Tiyatrosu, Avrupa’da sıkça rastlanabilen, istila edilmiş binalardan birinin içindeydi. Hem iç hem de dış duvarları grafiti sanatçıları tarafından göz alıcı bir şekle getirilmiş olan, kentin sıkıcı ve hareketsiz günlük yaşamının içinde bir kurtarılmış toprak, bir sanat kalesini andıran Reitschule’nin iç avlusunda yer alan Tojo, keşfetmesi biraz güç ama sahnenin hemen yanında yer alan barı ve dışarıdan gelen yaşam gürültüleri ile fazlasıyla yaşayan bir tiyatro. Halen sanatçı gruplarına ev sahipliği yapan Reitschule’nin avlusu ve önündeki geniş otopark alanında her ayın ilk Pazar günü yapılan bit pazarına denk geldik Bern’de bulunduğumuz süre içinde. Bir Pazar günü Avrupa’da turistseniz, her yer kapalıysa ve muhtemelen bomboş olan sokaklarda aylaklık yapmaktan bıktıysanız, karşınıza çıkacak bir bit pazarı hayat kurtarıcıdır. İğne atsan yere düşmez şeklindeki kalabalığı ve eski püskü de olsa kişisel tarihlerimizde her birimiz için ayrı birer yeri olan binlerce eşyayı yarıp Tojo’ya ulaşmak büyük bir keyifti.
İsviçre Çağdaş Dans Günleri’nin büyük bir kısmı genç koreograf ve dansçılara ayrılmış olsa da, Cenevre’de yaşayan ve çalışan İspanyol La Ribot’un Llamame Mariachi, Gilles Jobin’in şu sıralarda Annecy’de prömiyerini yaptığı Spider Galaxies ve gelecek aylarda Avrupa’nın hemen tüm önemli festivallerinde gösterilecek olan Alias/Guilherme Botelho’nun – Maguy Marin’in 2004 yapımı Umwelt’inin enerjisini fazlasıyla anımsatan – Sideways Rain gibi işlerini de izleme olanağımız oldu.
2009 yılında iDANS Festivali’nde iki eserini izlediğimiz La Ribot, her zamanki gibi enerjik, renkli ve “içli”ydi. Llamame Mariachi bir yana, bu dans maratonunun en dikkat çekici çalışması kesinlikle genç ikili Ioannis Mandafounis & Fabrice Mazliah‘nın P.A.D. eseriydi. Dampfzentrale’nin küçük salonunda, sahne ortasında hemen hemen 1,5 metre yüksekliğinde tahta duvarlarla çevrili, havuz denebilecek bir alanın etrafına, tahta duvarların arkasındaki sıralara sıkıştık gösteriyi izlemek için. Festival kapsamında izlediğimiz diğer tüm eserlerin aksine tamamen müziksiz, konuşmasız, sadece ve sadece ellerindekiyle, yani bedenleri, kuvvetleri ve kıyafetleriyle kimi zaman tam gözümüzün içine bakarak, kimi zaman arkasına sığındığımız tahta duvarlara kendilerini ve birbirlerini sertçe vurarak var oldular yaklaşık bir saat boyunca. Çok basit bir fikri sadece alanı sınırlayarak, farklı bir sahneleme uygulayarak ve seyirciyle neredeyse birebir iletişim kurarak ince bir espri ve zeka anlayışıyla sergileyen Mandafounis ve Mazliah‘nın çalışması izleyen hemen herkesin tartışmasız beğenisini topladı denebilir.
Çağdaş dansın çok farklı örneklerini izlediğimiz İsviçre’de, öyle görünüyor ki, ciddi ve kendiyle-hayatla-sanatla bir alıp veremediği olan eserler yapanlar kadar, kabare tarzı, dansa daha eğlencelik yaklaşan koreograflar da mevcut. Beatrice Fleischlin ve Anja Meser’in Come on Baby’si ve Eugénie Rebetez’in dillerden düşmeyen Gina’sı bu kabare tarzı çalışmalara birer örnekti. Kendini dansçılığından öte şişmanlığıyla ortaya koymayı tercih eden ve bununla övünen Gina adlı bir karakter yaratan Eugénie Rebetez’in sunduğu eserden çok daha fazlasını yapmasına olanak verecek bir eğitime ve hareket kabiliyetine sahip olduğu ve popülarite uğruna kendine yazık ettiği söylenebilir. Gina önümüzdeki aylarda gerek İsviçre’de gerek Avrupa’nın diğer ülkelerinde saygın dans festivallerinde oynayacak ve üzerinde daha çok konuşulacağı kesin. Bu ismi ileride bambaşka eserlerde de görebiliriz umarım.
Tıpkı Hollanda, Fransa ve Belçika’daki gibi İsviçre’de de sanatçılar için çalışma şartları nispeten daha rahat, maddi ve manevi destek daha fazla. Sanatın ana kurumu olan Pro Helvetia Sanat Konseyi devlet adına tüm sanat camiasını kucaklıyor. Dampfzentrale’de gerçekleşen açılış kokteylinde konuşan Pro Helvetia yetkilisinin belirttiği üzere “para var” ve İsviçreli sanatçıları sunmaya kalktığınız taktirde şefkatli kolların sizi de kavraması çok olası. Pro Helvetia dışında bağlı oldukları kentlerin mülki idare amirliklerinden de üç yıllık dönemleri kapsayacak şekilde maddi destek alan İsviçreli sanatçıların turne programları oldukça yoğun. Genç, çok kullanılan tabirle “emerging” koreografların sistemin içinde yer bulabildikleri, dışarıya açılmakta zorlanıyor olsalar bile, en azından İsviçre içinde hayatlarını kazanabilecek kadar gösteri yapabildiklerini gözlemlemek mümkün. Oldukça pembe bir tablo…
İsviçre, dağlarla çevrili refah ülkesi, bana içim dışım sağım solum dans dedirtecek bir dört gün yaşattı. Bu akşam Taksim-Bostancı dolmuşlarının hemen yanındaki binanın duvarında İDOB’a ait iki poster gördüm: biri opera, diğeri bale afişi. Ortada ise boş bir duvar. Bir gün o boşluğun çağdaş dansla, bir Mustafa Kaplan’ın, İlyas Odman’ın, bir Mihran Tomasyan’ın, Ayşe Orhon’un resmiyle dolacağını hayal etmek bile güzel. Oysa, gayriresmî rakamlara göre 20 milyon kişiyi içinde barındıran İstanbul’da, bırakın gerçek anlamda bir çağdaş dans günleri organizasyonu yapmayı hayal etmeyi, burada yaşayan ve üreten sanatçılar için prova ve gösteri mekanı sağlamak, bulmak bile gittikçe güçleşiyor. Var mı bir çaresi olan?





Yorum Yapın