ben buralarda yokken radikal gazetesinde adını hatırlayamadığım birisi 127 hours ile ilgili bir şeyler yazmış. danny boyle’un son filmi. trainspotting‘i çeken adamın aynı adam olduğuna inanamıyormuş, çok sıkıcı bir filmmiş gibi şeyler. ben de bunların yazıldığına inanamadım. diyeceğim o ki gerçekten gerilmek istiyorsanız, bence, 127 hours black swan‘dan daha iyi bir tercih. hayatta kalabilmek için kendi bedeninin bir parçasından kurtulma zorunluluğuyla karşı karşıya kalan bir insan. yeterince derin değil mi sizce? insan psikolojisinden, hayatta kalma içgüdüsünden daha derin ne olabilir ki? basit fikirleri takip etmeye bayılıyorum. hele bu bir de gerçek hayattan alınmış bir hikayeyse, bunu yaşamış, deneyimlemiş, o kolu gerçekten kesmek zorunda kalmış biri varsa karşınızda, bence bunu sinema yoluyla milyonlarca insanla paylaşmamak için hiçbir sebep yok. danny boyle’un sinema dili, böyle bir hikayeyle birleşince, ben tüylerim diken diken oturdum filmin karşısında 1,5 saat boyunca. “aman tek başınıza, kimselere haber vermeden vahşi dünyaya açılmayın”, “aman atlayıp zıplayıp tehlikeli yerlerde hayatınızı riske atmayın” gibi bir yaklaşımı da kesinlikle yok filmde, aksine insanı ne olursa olsun yaşamaktan ve maceraya atılmaktan vazgeçirmeyecek bir film. tabii bunu görmek için sonuna kadar izlemeniz ve bunu gerçekten yaşayan adamın halen dağcılıkla falan uğraştığını görmeniz gerekiyor.
boyle’un leonardo di caprio’lu filmi the beach ile 127 hours arasındaki görüntü ve hız benzerlikleri de gözümden kaçmadı değil. the beach‘in bir bölümünde kendini gösteren video oyunları mantığı bu filmde de bir miktar kullanılmış. james franco’nun muhteşem oyunculuğu da bir kenara not edilesi tabii.
ayrıca kim ne derse desin, danny boyle shallow grave‘in sevgili yönetmenidir ben ve benim gibi birkaç kişi için. listenin alt sıralarına düşmesi için daha epey zaman var…

Yorum Yapın