belçika notları 1/2

brüksel’den birkaç müze gezmeden dönmek olmazdı. biz de daha önce başka kentlerde de karşımıza çıkmış olan ve meziyetlerinden bolca yararlandığımız turistik gezi biletlerinden almaya karar verdik. yanlış karar! brüksel’e gider de sadece müze gezmek için brussels card adı verilen bileti almaya kalkarsanız oldukça kötü bir karar vermiş olursunuz. öncelikle diğer kentlerdekinden farklı olarak brussels card 24-48-72 saatlik dönemler için satılıyor. kartı ilk müze girişinizde kullanıma açıyor ve 24 saat içinde gezebildiğiniz kadar geziyorsunuz. brüksel kadar küçük bir yerde ille metro-otobüs kullanırım diyenlerdenseniz, o zaman kart belki biraz daha çok işinize yarayabilir, çünkü 24 saat boyunca tüm toplu taşıma araçlarını ücretsiz kullanabiliyorsunuz.

bizim bu karttan tek istediğimiz magritte ve güzel sanatlar müzelerindeki tüm sergilere ücretsiz girebilmekti. ne yazık ki başarılı olamadık. her zamanki gibi negatif bir başlangıç yapıp göremediklerimizi sıralayacağım: les fauves, from delacroix to kandinsky, ensor. daha ne olsun?!
o kadar da değil! güzelim magritte resimlerini, onun boşluğa açılan pencerelerini, dört duvar arasına sıkışmış devasa yeşil elmasını – ki bana ionesco’nun bir mantarın büyüyüp tüm evi kapladığı oyununu hatırlattı -, duvara çıkan merdivenini, kısa süreliğine sergilenen l’assasin menacé tablosunu, yerden bitme kuşlarını, mektuplarını, bruegel’in icarus’un düşüşü tablosunu (ben asi meleklerin düşüşü‘nü daha çok beğendim), yine magritte’in küçücük fıçıcık sürrealistlerin merkezi olmuş evini, francis bacon’ın karanlık pope with owls tablosunu ve belçika çizgi roman merkezi’nde tintin’i ve çağdaşlarını görme fırsatını bulduk müze maratonumuz sırasında. belki biraz daha iyi planlamış olsaydık birkaç başyapıt daha sığdırabilirdik sınırlı vaktimize…

avrupa’nın başkenti olarak adlandırılan brüksel’deki modern sanat müzesi’nin kenara itilmişliği, klasik eserlerin sunuluş biçimi en az resimler kadar çok dikkatimizi çekti. modern sanat müzesi diye girdiğiniz yer ana müze’nin -7, -8 gibi katlarında bulunuyor. merdivenden aşağılara indikçe içinizi basan kasvet en alt katta karşınıza duvarlarla şöyle böyle bölünmüş devasa bir depo çıkmasıyla daha da koyulaşıyor. kocaman, ıssız, karanlık bir alan… tek tük gezenler var. büyük boydaki tabloların ne kadar uğraşırsanız uğraşın üst kısımlarını görmenize imkan yok. zaten gözleriniz kötü ışıklandırmaya çabuk alışmazsa bütün bir flaman modern resim tarihini kaçırmanız an meselesi. önce zannettim ki modern sanata bir tavır alma söz konusu. ama ana müze bölümüne geçip bruegel ve rubens gibi eski ustalara ulaşınca anladım ki sanat sunumunda gerçek bir beceriksizlik söz konusu. barselona’daki aynı tür müzeler (örneğin bir ulusal katalan sanat müzesi) sanat eserlerini sunarken mimarinin görkeminden ne kadar yararlanmışlarsa, brüksel’dekiler de bu görkemin içine sadece resim asmaya yarayan duvarlar yığarak, görsel bir karmaşa yaratmışlardı. isalar, meryemler, havariler arasında gezerken o kadar yorgun düştüm ki göğe yükseliyor gibi hissettim kendimi.

basit bir hesapla karta verdiğimiz parayı gezdiğimiz müzelerle ucu ucuna çıkardık denebilir. yine de sırf zaman geçirmek için girdiğimiz manneken pis kıyafetleri sergisi yerine (belçikalılar’ın gurur duydukları işeyen ufaklık) ensor resimleri görmeyi tercih edebilirdim. o da belki başka bir yerde karşıma çıkar…

Comments

Yorum Yapın