Kollar Bedenin Sarkan Organları

Sevgili günlük,

8-9 Mart 2025, tarihe not. Ben kollarımın sarkmasıyla barıştım ve onları daha da fazla, sarkıtabildiğim kadar sarkıttım. Sonra bir de başım, başımın oturması gerekiyormuş, oturtmaya çalıştım. O oturunca çenemin sarkması gerekti. Sonra da her şey, omurga, leğen kemiği, oturma kemikleri, femur, bilekler, ayaklar, her şey birbirinin üstüne dizildi, mutlu oldu, ahenkle ve özgürce salınmaya başladı. Ayaklarımın yelpazesi açıldı, bedenimi ufak ufak hareket ettirerek merkez çizgimle oynadım. Zaman yavaşladı, yavaşladıkça ağırlaştı, ve sonra birdenbire bedenim hafifleyiverdi. Geçen hafta sonu İstanbul’dan bir Aydın Teker atölyesi geçti.

Aydın Teker’le mazimizi anlatmak çok uzun iş. Her şey 2006 başında başladı ve biz yanılmıyorsam 2012’ye kadar, yani İstanbul’daki çağdaş dans sahnesinin en aktif olduğu yıllarda birlikte bir sürü iş çıkardık, dünyayı gezdik. Aydın Hanım’ın sıkı disiplini ve bedenin sınırlarını zorlama denemeleriyle gözlerinden yaşlar boşanan, bir yandan başardıkça sevinç ve kıvaçtan daha da çok ağlayan çok dansçı tanıdım. Bedeninin sınırları zorlandıkça hayattan beklentileri azalıyor gibi gözükenler, bedeniyle aklı arasında bağı koparanlar, kopmaması için uğraşanlar, inatlaşanlar, bırakıp gidenler… Aydın Hanım’ın Mimar Sinan’daki sınıflarından, Şişli’deki stüdyosundan sayısız dansçı ve dans meraklısı geçti. Şimdi bir hastane olan binanın en üst katındaki stüdyosuna bir süre boyunca biz de hastanenin içinden girip çıktık. Dünyanın dört bir yanından gelen çağdaş dans profesyonellerini ağırladığımız açık provalarda bazen elli kişi bu stüdyonun etrafına, duvar kenarlarında yerlere oturur Aydın Hanım bu sefer bedenin hangi parçasına odaklanmış diye merak ve iştahla seyrederdi. Çağdaş dansla ilgilenen, dans eden, izleyen, gözü kulağı ve kafası açık İstanbullular için altın yıllardı. 2007 ya da 2008 bahar-yaz aylarında eve sadece bir bavulu bırakıp diğerini alabilecek kadar uğrayabildiğim, Montréal’den Lizbon’a direkt geçiş yaptığımız, Singapur’da tropik yağmurlarda ıslandıktan sonra Amsterdam’da Temmuz ortasında kış soğuğu gibi soğuklarda donduğumuz günlerde benim derdim aKabı’nın dev ayakkabılarını taşıdığımız ekstra bagajlarımızın kaybolmadan bir yerden bir yere zamanında ulaşması, harS’ta kullandığımız polikarbon arpın gösteriden sonra düzgünce sarılıp uçakta zarar görmemesi, güçlü ve güzel dansçılarımızın ve de onların başındaki minicik, kararlı ve çılgın koreograf Aydın Teker’in en rahat şartlarda çalışmasıydı. Yirmili yaşlarımdaydım ve dansla dünyayı geziyor olduğum için çok şanslı olduğumun ne kadar farkındaydım bilmiyorum. Çok şey paylaştık, çok anı biriktirdik, önemli olan da bu sanırım.

Benim Aydın Teker’le bir stüdyoda ders yapacak cesareti toplamam için yılın 2025 olması gerekiyormuş. Onun dansçılarıyla çalışmalarını yıllarca seyrettikten sonra içimdeki “başıma ne gelecek korkusu”nu bastırmam kolay olmadı ama iyi ki de başarmışım. Yoksa hep bahsini duyduğum ama şimdiye kadar tanışma fırsatı bulamadığım Şaban ve Zübeyde (aşağıdaki femur ve leğen kemikleri) ve Aydın Hanım’ın diğer can dostu iskelet parçalarıyla asla tanışamayacaktım.

Yıllar önce bir prova çıkışı Aydın Teker’le ilgili bir şeyler yazmaya heves etmiş ve şunları karalamışım:

Akla gelen sorular çok çeşitli. Bir yandan bu iki yılı aşkın çalışmadan çıkacak sonucu merak etmeden duramıyor insan. Diğer yandan gittiği provalar, gördükleri, duydukları önyargı bariyerlerini yükseltiyor. Tanıdık bir bakış açısı artık süreçle oynamalar, süreçte yuvarlanmalar. Yeterince oyun hamuru ile oynayamamış bir çocuk, hamur yoğuramamış bir ev kadını, taş yontamamış bir heykeltraş havası var Aydın Hoca’da. Hıncını elinin altındaki, kendilerini gözü kapalı kendisine teslim eden bu genç bedenlerden çıkarıyor. İstediği, düşündüğü tek şey onların nasıl daha mükemmel turn out-turn in yapacağı. Bugün şahit olduğum şu üç saatte bedenlerinin değişiminden başka hiçbir şey duymadım ağızlarından dökülen yorumlarda. Silkelenin, kendinize gelin diye bağırmak istedim. Nedir bu üretmekte olduğunuz eserin arka planı? Bir yığın iyi hareket eden beden mi olacaksınız sadece? Yoksa bir yerlere gönderme yapıp bir şeylere işaret edebilecek misiniz?

Uzun yıllar çalışılmış ve bir türlü bitememiş bir eserin kim bilir kaçıncı provasını izledikten sonra yazılmış bu kadar eleştirel bir notu neden şimdi buraya kopyaladım? Çünkü dün akşam Aydın Teker’in Kineo Dergi‘de Ezgi Bakçay ile yaptığı uzun söyleşinin ilk bölümünü okudum, Aydın Hanım’ın bilip de unuttuğum ya da hayatıyla ilgili daha önceden hiç bilmediğim bir sürü şey öğrendim ve şu yukarıda alıntıladığım paragrafta bahsettiklerimin karşılığını gördüm. Çok heyecanlandım. En az hafta sonu 12 saat boyunca Aydın Hanım’la bir stüdyoda insan bedeninin mucizeleri, girdileri çıktıları, ona hayal ettirerek yaptırabileceklerimiz üstüne çalışırken heyecanlandığım kadar heyecanlandım. Aydın Teker bir mucize, ve her mucize gibi başına gelenleri sarsıyor, neye uğradığını şaşırtıyor. Röportajın kalanını da okumak için sabırsızlanıyorum.

Bu arada Aydın Hanım’la çalıştığımız dönemde elimiz henüz zırt pırt telefona gidip, fotoğraf video çekmezken Singapur’da bir provayı bir şekilde kaydetmişim, buradan izleyebilirsiniz.

Röportajı okumaya üşenirseniz Aydın Hanım’ın buradaki söyleşisine bakabilirsiniz.

Bugün yürürken kollarınızı özgürce sarkıtmayı, merkez çizginizi ve ayaklarınızın her adımda yerle kurduğu ilişkiyi hissetmeyi unutmayın. Bir de otobüste uyuklarken sarkan çenenizden de, Aydın Hanım’ın çocuk gibi kıkır kıkır gülerek söylediği gibi, asla utanmayın. Ne kadar rahat olduğunuzun sevimli bir işareti…

Comments

Yorum Yapın