Yeni olayım sabah uyanır uyanmaz yatakta kitap okumak, okuduğum kitabı bitirmeden yataktan çıkmamak. Aslında yeni sayılmaz da yıllardır yapmadığım bir eski alışkanlık diyelim. On dokuz yaşımın en tatlı anılarının önemli bir yüzdesi odamda, yatağımı altından çıkan misafir yatağıyla birleştirip kurduğum yatak imparatorluğunda Proust okuyarak geçirdiğim İstanbul’daki son-olamayan-son-yazıma aittir. Yatak bolca yastıklanır, güzel bir okuma ışığı ayarlanır, kahve ve atıştırmalık bir şeyler mutlaka bir tepsi içine yerleştirilerek alınır ki dökülmesin, saçılmasın. Bu sonuncusu özellikle önemli. Nitekim üç kediden biri her an çok sevdiği bir kağıt topunu oyun babında yatağa getirip ortalığı birbirine katabilir.
Ocak ayında bir sürü kitaba başladım, ama yatakta başlayıp bitirdiğim iki kitap oldu. İkisini de çok sevdim. İkisi birbirinden taban tabana demeyeceğim ama başlık başlığa zıt denebilir. Biri Yeşim Çıtak’ın öykü kitabı Arkada Çok Güzel Bir Dünya Var, diğeri Murat Gülsoy’un son romanı Kıyamet Sonrası Olağan Bir Gün. Yatakta başlayıp bitirilebilecek kitap arayanlara ısrarla tavsiyemdir ama özellikle ikincisi herkesin sevebileceği, zevk alarak okuyabileceği bir roman değil, şimdiden uyarayım.

Yeşim ile ilk tanışmam bir zoom toplantısında olmuştu. Bir senarist olarak girdi hayatıma, birlikte çok çalıştık, çok ürettik, çok toplantı yaptık, çok fikir aldık verdik, tartıştık, yürüdük, yazdık, düzelttik, tekrar yazdık, sildik. Birlikte yaptıklarımızın hiçbiri hayata geçemedi. Ama bizim arkadaşlığımız baki kaldı. Yeşim çok yazar, Yeşim çok insan tanır, Yeşim çok işe girer çıkar, Yeşim çok gezer, Yeşim kaykay yapar, Yeşim üretmezse yerinde duramaz. Arkada Çok Güzel Bir Dünya Var Yeşim’in neresinden çıkarıp yarattığını çokça düşündüğüm onlarca karakterle dolu. İşçi, emekçi karakterler. Kadınlı erkekli. Öğrenciler. Çok çalışıyor, sevmeye zaman bulamıyor, devrimi hayal ediyor, aşık olduklarında ölüveriyorlar. Ya da yüksek bir apartmanın tepesinde ellerinde şarap kadehiyle bekliyorlar göktaşının dünyaya çarpmasını ve en sonunda kadehi teğet geçen felakete kaldırıyorlar. Ben karakterlerde bazı bazı arkadaşım Yeşim’i bulduğumdan mı bilmem, yutar gibi okudum on iki tane öyküyü. Ve kendime ve tüm duygusallığıma karşın diyebilirim ki Yeşim’i tanımasanız da, bence, siz de seveceksiniz öykülerini. Alın, okuyun. Hem şimdi Yeşim ilk romanını yazmaya başladı, yeni bir yazar keşfetmiş olursunuz. Yazdığı senaryolar mı? Onların bir tanesine mutlaka televizyonda denk gelmişsinizdir de o başka bir konu…

Murat Gülsoy’un Kıyamet Sonrası Olağan Bir Gün romanına gelirsek… Karanlık görünen umut dolu bir modern Alis Harikalar Diyarında hissi verdi bana. Yatakta, eciş bücüş de olsa altını çize çize okuttu. Dünyanın sonu gelmiş, insanlar silinmeye başlamış ya da taşlaşmış, göller suret göstermez, ateş yanmaz olmuş. Yine de apış arasından sarkan göbek kordonuyla bu çeşit çeşit kıyamet tablosunun arasında gezinen bir kadın var. Karşılaştığı son canlılarla konuşuyor, kimisinin canını alıyor, kimisine biraz daha can veriyor. Kitabın parçası olarak Ayşenur Köksal, Işıl Güleçyüz ve Joel Menemşe’den oluşan Monday Art Collective bir de sergi yapmış 2024’ün son çeyreğinde – ki kaçırmasam iyiymiş dedirtti kitabın kapağı. Adaleti mumla aradığımız, belki her zamanki kadar, belki azıcık daha fazla kaotik şu günlerde daha ne kadar kötü olabilir tasvirleri okumak bana iyi hissettiriyor, yanı başımızda olan kıyamet alametlerini unutturuyor. Murat Gülsoy’dan alıntılamak gerekirse: “Sonuçta yere çarpana dek her düşüş aynı zamanda bir uçuştur”.
Yorum Yapın