Bir metro anısı

1999 yazında üç kız arkadaş sırt çantalarımızı doldurup Fransa yollarına düşmüştük. E., T., bir de ben. Önce gittik volkanlarla çevrili bir orta Fransa köyü olan Saint-Genès-Champanelle’de “ırgatlık” yaptık. İşimiz, üç hafta boyunca yol kenarındaki ağaçlık bir alanın parka çevrilmesi için yapılan çalı çırpı temizlemesinde çamurlar içinde, uzun sarı botlarımız ve kirli eldivenlerimizle çalışmaktı. Her sabah soyunma odalarını işgal ettiğimiz spor salonumuzdaki sıcak uyku tulumlarımızdan çıkar, yarı açık mutfakta sıcak süt, Nesquick tozu ve mısır gevreğinden oluşan kahvaltımızı eder ve çalışma yerimize gitmek üzere yollara düşerdik. İspanyollar, Slovenler, bir Fransız kız vardı grubumuzda. Bir de Faslı grup başımız, bizimle başa çıkmak zorunda olan zavallı Muhammed. Çalışmaktan arta kalan zamanlarda bisikletle çevreyi geziyor, badminton oynuyor, birbirimize yerel yemekler yapıyor, bazen de toplu gezilere çıkarılıyorduk. Çok gençtik, çok meraklıydık ve çok heyecanlıydık.

Plana göre üç haftalık çalışma kampından sonra bir haftalığına Paris’e gidecek, kırsal hayattan sonra şehir hayatına da karışacaktık. Ben henüz 18 yaşımı bitirmemiş olduğumdan kamptan ayrılmam biraz zordu. Muhammed daha önce kamp yönetimine bildirilmemiş bu planı kabul etmek istemiyor, 17 yaşındaki bir kızın sorumluluğu onda olduğundan gitmeme izin vermiyordu. Her gün ankesörlü telefona yaptığım uzun yürüyüşler sonunda annemleri kamp yönetimine bir dilekçe yazmaya ikna ettim, Temmuz 1999’un sıcak bir gününde uyku tulumlarımıza ve yeni arkadaşlarımıza veda edip Paris yollarına düştük. Birkaç saatlik tren yolculuğu ve küçük ve ucuz bir otel bulma çabalarının ardından üç kız kendimizi yataklar dışında 2-3 adımlık yeri olan odamızda bulduk. Paramız çok sınırlı olduğundan bazı günler E.’nin zor zamanları düşünerek İstanbul’dan getirdiği kuru kayısı ve Altınbaşak krakerleri yiyerek geçiştiriyorduk. Dışarıda yemek yiyeceğimiz zaman ilk seçeneğimiz her zaman süpermarketler ve Eyfel Kulesi’nin altındaki çimenliklerdi.

Yemekten kısabildiğimiz kadar kıstık ama tabanlarımız Paris’in bitmez tükenmez yollarına dayanmakta zorlanıyordu. Metro biletine para yetiştiremediğimizden metroya biletsiz binmeye başladık. Meğer yakalanmamız an meselesiymiş. İki Fransız polisin kapı gibi önümüze dikilip bilet sorması bizi kendimize getirdi. Eski biletleri gösterdik, yemediler. Kalabalığın arasından alındık, beklemek üzere köşeye çekildik. Paris Saint-Germain’in önemli bir maçı varmış, memur sıkıntısı yaşanıyormuş metroda, bekliyoruz ki gelip bizi götürsünler ya da artık işlem neyse yapsınlar. Bu sırada E. ağlamaya başladı, mırıl mırıl bir şeyler anlatıyor kendini acındırmak için. Polisler bunu görünce teselli etme ihtiyacı duydular, bir yandan da ne yapsak diye düşünüyorlar sanki. Paramız biraz var aslında ama ceza için verirsek sonraki günler büyük sıkıntı yaşayacağız. Sonuna kadar gitmeye kararlıyız bu nedenle. Tam bu sırada “goooolll” çığlıkları duyuldu bir yerlerden. Bizim polislerin yüzünde güller açtı, E.’nin göz yaşları ve Paris Saint-Germain’in golünün hatırına Fransız polisler bizi serbest bıraktılar.

2013’ün son gününde bilgisayarı açar açmaz önüme çıkan bir video bana 12 yıl önceki o Paris günlerini hatırlattı. Bir çocuk, esmer tenli, kameraya haykırıyor “anam öldü, babam öldü, param yok cebimde, kardeşimin kafasına sopayla vurdular, beyin kanaması geçiriyor kardeşim”. Turuncu üniformalılar var etrafında, kamerayı kapatmaya, çocuğu susturmaya çalışıyorlar. “Çekim yasak” sesleri yükseliyor. Burası İstanbul, Taksim metrosu. İki çocuk (Selpak satıcısı oldukları da söyleniyor, “apaçi” oldukları da) turnikeden atlamaya kalkınca metal detektör bir tanesinin kafasına Demokles’in kılıcı gibi inmiş. Sonuç: çocuk komada.

Suçlu aramak bize düşmez elbet ama şimdi o çocuklar mı, o çocukları o duruma getiren sistem mi, kraldan çok kralcı olan güvenlik mi, yoksa o güvenliğe haddinden fazla yetki veren mi daha suçlu oluyor? İşin tuhafı daha 3-4 gün önce böyle bir haber de takılmıştı gözüme. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu mu demek gerek acaba bu durumda?

Comments

Yorum Yapın