Amsterdam’dan kısacık

Hayatımda ilk defa yurt dışında tatile çıktım. İş için yaptığım bir seyahatin önüne arkasına gün ekleyerek, sevdiğim insan(lar)ın aklını çelerek yaptığım yoğun tatillerden farklı bir kış tatili yapmak, yılbaşı zamanı Amsterdam havası almak çok iyi geldi.

© Constant / Barricade
© Constant / Barricade

Buna rağmen enerjim yerlerde sürünüyor. Hayatımda yapmam gereken değişiklikler var, hızlı olmalı, zaman kaybetmemeliyim ama yazıldığı kadar kolay değil bu işler. Uçak biletini alıp bavulu yapıp kapağı birkaç günlüğüne Amsterdam’a atmak kadar bile kolay değil. Düşünmek, mantıklı olmaya çalışmak, mümkün olan en iyi planı yapmak, bir yandan da yüreğinin söylediğinden şaşmamak gerekiyor. Ve tüm bunlar için de öncelikle sonsuz cesaret şart…

Amsterdam’dan kısa notlara gelirsek… Van Gogh Müzesi 25 Nisan 2013’e kadar kapalı. Van Gogh’un fırçasından dökülen çeşit çeşit resmi görmek için Hermitage Müzesi’ne gitmek gerekiyor. Hermitage’da aynı zamanda Ocak ortasına kadar sürecek olan bir İzlenimcilik sergisi var. İzlenimciler’i karşısında dik başlılık ettikleri Salon ressamlarıyla aynı sergide görmek biraz kemik sızlatıcı olsa da güzel sergi. Önümüzdeki günlerde yolu düşenlere önerilir. Sergide resimler kadar gazete sayfaları şeklinde tasarlanmış, dönemin sosyal hayatından olayların anlatıldığı yazılar da ilginç.

Stedelijk-reopening

Yıllardır kapalı olan Stedelijk Müzesi ise sonunda Amsterdam kültür hayatına bir banyo küveti şeklinde geri döndü. Tasarımı şehrin genel mimarisine uymuş mu uymamış mı tartışması süredursun, önündeki uzun kuyruğa denk gelmemenin oldukça zor olduğu Stedelijk’i gezmek ancak sabahın erken saatlerinde, henüz müze açılmamışken önünde kamp kurarak mümkün oldu. Mondriaan, Malevich gibi suprematistlere meraklı olanları doyuracağı kesin olan koleksiyonda benim en çok ilgimi çekenler adını Kopenhag, Brüksel ve Amsterdam’dan alan CoBrA hareketinden Constant ve Karel Appel oldu. Yılbaşı zamanı bol tatilli günlere denk geldiğimizden Amsterdam’ın kıyıcığındaki asıl CoBrA müzesine gidemedik ama bundan sonraki ilk seyahatte görülecekler listesinin başına not ettik. Stedelijk’te koleksiyon kadar büyük bir de Mike Kelley sergisi vardı. Amerikalı sanatçıya sıra geldiğinde dört saatlik müze gezisinden başımız dönmüştü, göz ucuyla baktığımız işlerini incelemeyi başka bir bahara bırakmak zorunda kaldık (buna rağmen aklımda kalan işleri var). Siz siz olun Stedelijk’e bir günden çok daha fazlasını ayırın.

© Ed van der Elsken
© Ed van der Elsken

Bilen bilir, müzelerdense sokakları tercih ederim. Hele ki bir şehirde 2-3 günüm varsa, müzelerde sunulan son tüketim tarihi sonsuzluk olan sanat eserleri yerine sokaklardaki günlük hayatı, ben geçtikten sonra yok olacak olan anları yaşamayı tercih ederim. Ancak üçüncü gidişimde gezebildiğim Amsterdam müzelerini önlerindeki uzun kuyruklar dışında sevdim. Ama asıl sevdiğim bir kafeden diğerine, bir masadan öbürüne geçtiğimiz durma anları oldu. İstanbul’da ya bir kahveye 8-10 lira vermek istemediğimizden, ya da aslında şöyle güzel bir kafe bulamadığımızdan hayatımdan yavaş yavaş çıkardığım kafeler Amsterdam’da yeniden dahil oldular günlük rutinime…

Uzun lafın kısası yeni yılda herkese bol kafeli, keyifli, sokak sokak gezmeli günler diliyorum. Kitaplar, dergiler, güzel fikirler aklınızdan, çantanızdan, elinizden eksik olmasın, gerisi gelecektir. En azından umut edelim, bakalım neler olacak. Bir karamsar, kötümser ruhtan bundan daha iyi bir yeni yıl tebriği de beklenemezdi herhalde!

Comments

Yorum Yapın