Yalnız kadınlar, bahtsız bebekler

Gayri meşru ilişkiler, aile içi ensest, gizlice doğurulan ve çöpe atılan ya da ölü doğan bebekler, yalnız kadınlar, sığınılan ya da teslim olunan erkekler, sessiz isyanlar, kör-sağır-dilsiz insanlar, ve kocaman bir kısır döngü. Sinemamızın iki büyük kadın yönetmeninin kafasını meşgul etmiş konular bu saydıklarım. Yeşim Ustaoğlu’nun Araf‘ının üstüne Pelin Esmer’in Gözetleme Kulesi‘ni izledim, sabah büfedeki televizyonda poşetin içinde çöpe atılıp kurtarılan bir günlük bebeğin haberine karşı tepkisiz hissettim kendimi. İstemeden pişti olmuş olan bu filmler beni bu konuya alıştırmış, bunları her günkü hayatımın bir parçası yapmışlardı. Sanki tam tersi bir amaçla yazılıp zamanın ruhuna yenik düşmüş iki sanatsal çalışma, ve sonuçta yitip gitmiş emekler.

Pelin Esmer’in önceki filmi 11’e 10 kala unutulmazlığını biricikliğine borçluydu, hemen her sanat eseri gibi. Gözetleme Kulesi ise zayıf başlangıcını gittikçe yükselen temposuyla örtmeye çalışmış olsa da, unutulmazlık payesine erişeceğinden şüphe duyduğum bir film. Karakterlerindeki sorunlar kolay çözülecek gibi değil. Filmde kullanılan mekanların filme hiçbir katkısı yok. Gözetleme kulesi gibi parlak bir fikir çarçur ediliyor. Cevabı verilmemiş o kadar çok “neden” sorusu barındırıyor ki film, bir noktadan sonra karakterler, olaylar o kadar hızlı değişiyor ki gerçeklikten gittikçe uzaklaşılıyor. Gözetleme Kulesi‘nin Araf‘a fark attığı tek yer sonu olmuş denebilir. Türk işi bir son yerine, seyircinin hayal gücüne bırakılmış bir şeyler var.

Gözetleme Kulesi’nin derinliğiyle büyülü sahnesi

Araf‘la karşılaştırmamak elde değil ama iki filmin artı ve eksilerini yan yana koyduğumuzda muhtemelen eşit çıkarlar. Türk sinemasına bir müddet ara veriyorum, bu aşırı dram dozunu sindirmem zaman alacak.

Comments

Yorum Yapın