perde halleri

geçtiğimiz günlerde perdemizden geçenler:

sean penn’in oynadığı her film muhteşem olacak diye bir kural yok. paolo sorrentino’nun yönettiği her film il divo kadar ilginç olacak diye bir kural da yok. ama öyle görünüyor ki this must be the place‘te sorrentino sean penn’e, ve belki sean penn de sorrentino’ya fazla güvenmiş. kısaca bahsetmek gerekirse penn emekliye ayrılmış, zengin ve canı sıkkın bir rock star olan cheyenne’i canlandırıyor. afişte de görebileceğiniz gibi cheyenne the cure solisti robert smith’in bir kopyası. rujunu bütün gün çıkmayacak şekilde sürmeyi kadınlardan daha iyi biliyor, karısıyla (frances mcdormand’ı seviyoruz) boş havuzda squash oynuyor. ve bir gün 30 yıldır görüşmediği babasını ölmeden önce görmek için new york’a doğru yola çıkıyor, hedefine ulaşamıyor. sonrası bir yol hikayesi, hem cheyenne’in kendi içinde, hem kaybettiği babasının hikayesinin içinde. sean penn cheyenne’de şaşırtıcı, yollar, görüntüler şahane ama hikayede eksik bir şeyler var. sorrentino’nun ilk ingilizce filmi karakterleriyle akılda kalıcı, söylemeye çalıştıklarıyla biraz belirsiz.

sırada iki eğlencelik film: 2012 yapımı bel ami ve 2005 yapımı les poupées russes. bel ami’nin başrolünde yeni jönlerden robert pattison var, diğerindeyse romain duris. kadın-erkek ilişkileri üstüne kurulu iki film. birinde robert pattison’u londra sosyetesini, basın alanında önemli erkeklerin eşlerini baştan çıkarıp kendine şöhret ve servet edinirken izliyoruz. diğer filmse l’auberge espagnol‘un tanıdık havasına sahip (yönetmen cédric klapisch nev-i şahsına münhasır bir tarza sahip!): genç bir erkek bir yandan kendine profesyonel hayatta yer edinmeye çalışırken diğer yandan da son “matruşka”sı olacak kadını arıyor.

Comments

Yorum Yapın