martha marcy may marlene – sean durkin

tekinsiz bir ilk film. amerikan bağımsız sinemasından yepyeni bir soluk.

sosyal kurallardan bağımsız, “normal” olarak tanımlananın dışında yaşama üstüne kurulu bir cemaatte iki yıl geçiren marcy may (gerçek adıyla martha) gruba tam anlamıyla adapte olamayınca kaçıp ablasının yanına sığınıyor. ne orada ne de burada dünyaya uyum sağlayamamasından, bu uyumsuzluğun dışarıdan bakanlar için deliliğin sınırlarında gezmesinden müthiş bir psikolojik gerilim çıkıyor. film tamamen martha’nın (ya da marc may’in) bakış açısından anlatıldığı için nerede durduğumuzu, nereden nereye geçtiğimizi ve neyin gerçek neyin hayal ürünü neyin geçmiş neyin şimdi olduğunu karıştırıyoruz bazen. karanlık çekimler, karmaşık görünen zarif geçişler filmin atmosferini, martha’nın iç dünyasını çok güzel yansıtıyor.

“farklı” bir hayat yaşamak için biraraya gelen insan gruplarının sonunda yine bir iktidar mekanizması kurmaları, hiyerarşi yaratmaları ve her zaman bir ezenle bolca ezilen olması, alternatif olmak üzere yola çıkanın bile genel geçer olmaktan kurtulamaması çok tuhaf değil mi? bu durumda kafayı alternatif olmaya çok takmadan yaşamak en iyisi sanırım, sonuçta her sokak aynı ana caddeye çıkıyor. filmdeki “yaşam ve ölüm diye bir şey yok aslında, sadece varoluş var” ya da “para kazanmak ve bir şeylere sahip olmak dışında yaşam biçimleri de var” lafları da aslında bir iç hesaplaşmayı gösterip bu alternatiflik sevdasıyla inceden alay ediyor gibi.

elisabeth olsen’a oldukça bayıldığım filmin adında geçen marlene kim derseniz, o da bu aykırı cemaatte telefonu açan herhangi kızsa kullandığı isim. alternatiflik düzeyi ne olursa olsun, neden hep kadınlar tek isme indirgeniyor merak ediyorum.

Comments

Yorum Yapın