salt galata’da iki sergi

nisan ayının ilk günlerinde salt galata’da edebiyatla azıcık ilgilenenleri heyecanlandırma olasılığı yüksek bir sergi açıldı: tercüme eden. suna kafadar, charles arsène-henry ve shumon basar tarafından gerçekleştirilen sergide sevim burak’tan david pearce’a, murat uyurkulak’tan tom mccarthy ve evliya çelebi’ye 14 yazardan seçilmiş metinler “ses”leriyle buluşuyor, bizi salt galata’nın beyaz mermerleri arasından alıp bahsettikleri şehirlerde kısa gezintilere çıkarıyor.

ya da sadece çıkarmaya çalışıyor.

fikir güzel, mekan zaten hepimizin bildiği gibi çok güzel (halen gitmeyenler olduğunu düşünmek istemiyorum, sanata, galeriye, müzeye ilgisiz olsanız bile en azından gidip kafesinde bir kahve içip manzaraya dalmanın tadı büyük). her güzel fikrin güzel bir sunuma ihtiyacı olduğu kesin, işte burada sunumla ilgili ciddi bir sorun var.

öncelikle seslendirmeleri yapanlar hangi kriterlere göre seçilmiş bilmiyorum ama bazı okumalar çok başarısız. bütün kelimeleri mükemmel okuyan trt spikerleri olsun demiyorum ama en azından okumanın ahengi önemli diye düşünüyorum. bir metni sese çeviriyorsanız, o metni özellikle seçmişseniz, onu en az yazılı hali kadar iyi temsil edebilmelisiniz sesle*. maalesef bu, metinlerin çoğu için geçerli değil. evliya çelebi ve david peace** metinlerini benim için unutulmaz kılan sesin sahibi olduğunu tahmin ettiğim (kimin neyi okuduğu belirtilmemiş) ahmet mümtaz taylan’a ise teşekkür etmek istiyorum. elimizde tutamayıp sayfalarını çeviremediğimiz bu metinleri bizim için etiyle kemiğiyle var etti, eşssizleştirdi. keşke diğer metinler de böyle olabilseydi…

metinleri dinlememiz için bina içinde çeşitli yerlerde istasyonlar var. danışmadan aldığınız bilgi kağıdı elinizde ciddi bir takip yapıp her metni ona atfedilmiş istasyonda dinlemeniz gerekiyor. ya da gerekiyor demeyelim ama bir yönlendirme yapıldığı çok açık. şahsen bunu çok iyi gerçekleştirdiğimi söyleyemem çünkü oturmam beklenen koltuğun karşısındaki panoya bakmak ve kötü seslendirilmiş bir metni dinlemektense binayı keşfetmeyi tercih ettim. çoğu zaman o istasyonun neden orada olduğunu anlayamadım, kulağımda yankılanan ses bana uzak şehirlerden bahsederken hareket etmemeyi beceremedim.

tercüme eden‘in metin-çeviri-katılımcı-mekan arasında kurmaya çalıştığı ilişki için kullandığı yöntemler amaca hizmet etmekte  zayıf kalıyor, iyi bir deneme kötü bir sunumla heba olmuş. sergi daha önce londra’da aa school’da ve kitakyushu’da cca’de gerçekleşmiş. oralarda hangi metinler kullanıldı, nasıl bir sunum yapıldı acaba…

salt galata’daki saatlerimizi keyiflendiren tercüme eden‘den çok en üst kattaki o zamanlar konuşuyorduk sergisi oldu. adıyla ayrı içeriğiyle ayrı anlamlı bir sergi. 90’lı yıllarda düzenlenmiş elli numara/anı bellek II, gar ve küreselleşme-devlet, sefalet, şiddet sergilerinin iç yüzüne ışık tutan, bir döneme samimi bir şekilde tanıklık etmemizi sağlayan o zamanlar konuşuyorduk “nereden-nereye” üstüne düşünmemizi sağladı. sanki o zamanlar elde daha az araç ama daha fazla cesur yürek varmış. e-mail yerine faks, skype yerine telefon kullanılan 90lı yıllarda “devlet”i gıdıklayan sergiler düzenleyenler 2000lerde sanki daha az “konuşuyor” gibiler. o zamanlar konuşuyorduk hem bir zamanların bu cesur yüreklerine ışık tutuyor hem de acaba bir öz eleştiri mi yapıyor? bu başlığın altında bir hüzün kokusu da yok değil…

tercüme eden 8 temmuz’a kadar salt galata’da görülebilir. o zamanlar konuşuyorduk ise maalesef geçtiğimiz günlerde sona erdi…

* ses ve okuma denince aklıma hep murat belge’nin o hırıltılı sesiyle derslerde okuduğu şiirler geliyor. ben sadece 1-2 dersine girdim ama eminim sürekli öğrencileri için birçok eseri bu ses unutulmaz kılmıştır.
** david peace’in tokyo’ya gönderme yapan metni aynı zamanda serginin en kısa parçası. belki de bu kısalığıyla etkileyiciliğini pekiştiriyor.

Comments

Yorum Yapın