31. istanbul film festivali – 1

festival keyfimiz henüz yeni başlamışken yazmamak olmaz. hafta sonu önce nişantaşı’nda pawel pawlikovski’nin gizemli kadın filmini, ardından içimdeki nostalji canavarının ağına düştüğümden theo angelopoulos’un kumpanya‘sını izledim. dün de werner herzog’un uçuruma doğru filmiyle günü noktaladık.



gizemli kadın ethan hawke hatrına izletti kendini, yoksa kötü bir senaryonun ağına düşmüş bu film herhalde hiçbir şekilde karşımıza çıkmazdı. altı yaşındaki kızını geri kazanma umuduyla paris yollarına düşen amerikalı yazar kendini arap (hatta türk!) mafyanın arasında buluyor. adamın bir edebiyat profesörü, bir yazar olduğunu biliyoruz, nasıl ve neden buralara düştüğünü anlamak imkansız. gizemli kadını canlandıran kristin scott thomas’ın gerçekte var olup olmadığını, adamın iyi mi kötü olduğunu anlakam da oldukça zor. film bizi koca bir yığın bilinmezle baş başa bıraktı, bu kadar da olmaz dedirtti. ethan hawke’un ray ban “entellektüel gözlükleri” dışında filmin en hoş yanı adındaki “kadın”dan daha gizemli olan “orman börtü böceği”ydi.



kumpanya yıllar önce yine film festivali kapsamında atlas sinemasında izlediğim kumpanya idi, hatta hatırladığımdan daha da etkileyiciydi. bu sefer elektrikle kesilmese de (yıllar önce iki elektrik kesintisiyle getirebilmiştik 4 saatlik filmin sonunu!), 5. dakikada yine bir kopukluk yaşandı, salonun ışıkları yanıverdi. bir yanımda horul horul uyuyup bobin değiştirmek için verilen arada kaçan iki kız, diğer yanımda filmi pür dikkat izleyen orta yaş üstü bir çift vardı. ben de aralarına sıkıştırdım kendimi, hiç yerimden kalkmadan bir yunanistan hikayesine bıraktım kendimi. nostalji yapmayı sevdiğim kesin, filmin bazı sahnelerini (yukarıdaki tavuk yakalama sahnesi gibi) tekrar büyük ekranda izlemek öyle hoşuma gitti ki anlatamam…

dün akşamki herzog deneyimi ise her zamanki gibiydi. yani her zamanki herzog deneyimleri gibi. salondan çıktığımızda traji-komik bir duruma gömüldüğümü hissettim son 1,5 saat boyunca. amerika’daki idam cezası mahkumlarını masaya yatıran herzog, 17-18 yaşında işlediği suç yüzünden 10 yıldır tutuklu olan ve 8 gün sonra da idam edilecek olan genç adamı ve suç ortağını bir tarafa, suçluların ailelerini bir tarafa, kurban ailelerini başka bir tarafa koyuyor. ortaya karmakarışık duygular bırakan bir belgesel çıkıyor elbette. kimin haklı olduğu tüm önemini yitiriyor, herkes kendi trajedisinin içinde debeleniyor.

bu akşam “ayak kokan salon” fitaş1’de michel petrucciani‘yi izliyor olacağız. halen karar veremedim, “patlamış mısır kokan” fitaş4 mü daha çok yakışıyor film festivaline, yoksa bu fitaş1 mi… bir zamanların sinema başkenti beyoğlu’ndaki sinema salonlarının hali gerçekten içler acısı…

bu arada mayınlı bölge filmlerini çoğunlukla hafta içi gündüz seanslarına koyan festival yönetimine buradan saygılarımı yolluyorum. çalışan insanları bu kadar düşünmeleri ne hoş!

Comments

Yorum Yapın