cesarete övgü

hafta sonu kendimizi güneşli istanbul sokaklarına atınca, artık sergileri hafta içi iş çıkışı gezelim dedik. bence iyi de ettik çünkü böylece hafta sonu galerilere akın eden kalabalıktan uzak sakin sakin gezebildik. ilk durak arter’deki mona hatoum’un ben hâlâ buradayım sergisi, ikinci duraksa salt’taki i decided not to save the world ve istanbul eindhoven saltvanabbe post ’89 sergileriydi.

mona hatoum sergisinde ağır objeler ve yerleştirmeler ağırlıktaydı. kapana kısılmışlık hissi veren paravanlar, kafesler içinde dökme camlar, bombalanmış yerleri gösteren üç boyutlu haritalar, bol saçlı-kıllı-tüylü objeler bir kenara benim favorim bir yemek masasındaki tabağın içinden seyredilen video oldu. yemeği değil, yemeğin içinden geçip gittiği yolu, yani gırtlak ve mideyi gösteren video süreci tersine çevirerek gönlümü çeldi. mide bulandırıcıydı, evet, ama merakımı cezbettiğinden başından uzun süre ayrılamadım. beyrut’ta filistinli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen mona hatoum’un eserleri edward said’in de dediği gibi “duygusallıktan uzak”. bu durum beni kendi duygularıma yönlendirmek yerine hissizleştirdi sanki.

arter’den çıkıp salt’a girdiğimizde her zamankinden farklı bir iç düzen karşıladı bizi. salt legolardan yapılmışa benzeyen bir mekan. her şey kolayca yerinden çıkarılıp başka bir yere takılabiliyor. istanbul’da bu kadar elastik ve geniş bir mekana sahip olmak bulunmaz bir şans! vasıf kortun bu şansı salt galata ile ikiye katlıyor ve sonuna kadar değerlendiriyor.

salt’ın tate modern ile ortak çalışması olan i decided not to save the world küçük bir çocuğun bir cümlesinden esinlenmiş. binadaki en ilgi çekici ve etkileyici eser de, bize göre, bu sergi kapsamındaydı. yukarıda fotoğrafını koyduğum eser slavs and tatars’a ait. sergiyle ilgili yazılı herhangi bir bilgiye binanın herhangi bir noktasından ulaşamasam da tate’in sitesinde bunu buldum, ilgililerin dikkatine.


salt’taki diğer sergi ocak ayında açılan ve 6 nisan’da bitecek olan istanbul eindhoven saltvanabbe post ’89. kalabalık bir sergi olduğu kesin, bir sürü gazete kupürünün başınıza üşüştüğü hissine kapılabilirsiniz bazı bazı. ya da işlerin bıcır bıcır şeyler olduğunu ve bir ana okulunda olduğunuzu hissetmeniz normal. burada da gönlümüzü çelen tek bir iş oldu denebilir.

aslına bakarsanız çağdaş sanat ıcır bıcır bir sürü şeyle dolu dünyamızda kimin neyi nasıl değer biçerek sunduğuyla ilgili. bu nedenle herhangi bir eserin sanatsal değerini tartışmak anlamsız. önemli olan gördüğün şeyin değerini bilip onu kendi gördüğün ya da gördüğün ve hissettiğin şekilde yeniden ortaya koyman ve başkalarıyla paylaşmaya cesaret etmen. bence çağdaş sanatta yetenek ve yaratıcılık kadar cesaretin rolü de büyük. 

Comments

Yorum Yapın