tuhaflık bende, ne zaman içinde at olan bir film izlesem hüngür hüngür ağlıyorum. çağan ırmak filmlerinin kitleler üstündeki etkisi neyse, bende de atlı filmler aynı etkiyi bırakıyor. seabiscuit, the horse whisperer, secretariat duygusal olarak beni zamanında hatırı sayılır derecede yormuşken, dün gece steven spielberg’ün oscar adayı filmi war horse‘u izledim ve resmen kendimden geçtim. yapımcılardan ricam, lütfen artık atların iyi ya da kötü muameleye maruz kaldığı filmler yapılmasın, kalbim dayanmayacak.
war horse joey isimli bir atın doğumuyla başlıyor. sahibi albert’ın verdiği eğitimle herkesin cinsi nedeniyle yapamayacağını düşündüğü tarla sürme işini kotarıyor, ingiliz ordusuna satılıp birinci dünya savaşı’nda cepheye gidiyor, alman askerlerin ve oradan köylülerin eline düşüyor, topthorn adlı siyah bir atla arkadaş oluyor, cephede başına gelmeyen kalmıyor, ve en sonunda ağlamaktan harap olmuş gözlerim mutlu sonu görmeye de vakıf oluyor.
ingiliz yazar michael morpurgo’nun yazdığı bir çocuk kitabı olan war horse filmden önce sahne uyarlamasıyla meşhur olmuş. hatta spielberg de bu uyarlamayı izledikten sonra filmi yapmaya karar vermiş. okuduğum kadarıyla atları kuklaların canlandırdığı sahne versiyonunun eleştirileri de çok olumlu.
spielberg seyirciyi kalpten yakalayacak bir konu bulunca tüm yönetmenlik marifetlerini cömertçe kullanaktan kaçınmamış. savaş sahneleri mükemmel. çiftlik çekimlerinde gökyüzünü bolca içerecek şekilde seçilen açılar, renkler, sanat yönetimi göz alıcı. benim özellikle zaafım olan bir konu olunca tarafsız yorum yapabilme yetimi tamamen yitirdim, içimdeki insanlardan uzak atlar, köpekler, kedilerle dolu bir çiftliğe çekilme arzusu tepe yaptı. gişede tam bir “aile filmi” olarak rekorlara koşacağını düşünüyorum. atları azıcık seviyorsanız kaçırmayın…


Yorum Yapın