çok sevdiğim cuma gecelerinden birini daha evde, bir film karşısında geçirdim. bu seferki tuhaf dünyasıyla beni bir boris vian kitabına, dilimden düşürmediğim l’arrache-coeur‘e götürdü (kitabımın halen elinde olduğu arkadaşıma buradan selamlar!). 2009’da cannes film festivali’nden un certain regard ödülüyle dönen dogtooth tıpkı vian’ın kitabındaki gibi çocuklarını kendi yarattıkları dünyaya hapseden, onlar için gerçekte olduğundan tamamen farklı ve yepyeni bir dünya yaratan ebeveynleri, hiç gerçekleşmeyecek bir şeyi bekleyen, zorunlu-koyun çocukları konu ediniyor.
öyle bir aile hayatı ki evden ayrılmanız ancak köpek dişiniz düşüp yeniden çıktığında ve araba aracılığıyla mümkün. öyle bir dünya ki “zombi” sarı küçük çiçek, “am” büyük lamba anlamına geliyor ve kediler çocuk etiyle beslenen en büyük düşmanlar. frank sinatra’yı dedeleri zanneden, kendilerini hapseden babalarını büyük kahraman olarak gören üç zavallı kardeş. vian’ın dünyasında bir annenin korumacılık duygusunun sonucuydu her şey, buradaysa bir babanın dışarıda elde edemediği iktidar ve kahramanlık ihtiyacını kendisine muhtaç ettiği ailesinde elde etmeye çalışması tüm bu sapkın tuhaflığın nedeni. vian’ın annesi clémentine çocuklarını korumak onları hapsedip içerideki kötülükleri sıfıra indirmeye çalışıyordu, dogtooth‘un babasıysa çocuklara tüm dünyayla ilgili bambaşka bir çerçeve çiziyor, dolayısıyla çocuklar onun çerçevesinden dünyaya bakınca onun göstermek istediği kadarını, onun göstermek istediği şekilde görüp kendi tepkilerini üretiyorlar. böylece kendilerini hem işe yarar hissediyorlar hem de sahteliğin ayırdına varmaları daha da güçleşiyor.
sakinliği, tekinsizliği, oyunculukları, mükemmel gibi görünen ama içi bomboş ve coşkudan yoksun dünyasıyla zaman zaman aklıma geleceği kesin bir film dogtooth. siz de benim gibi geç kalış bir izleyiciyseniz, aklınızda olsun…

Yorum Yapın