mamma roma – pier paolo pasolini

italyanlar’ın biz türkler gibi aşırı duygusal, duygularını ortaya koymaktan ve onlara göre hareket etmekten sakınmayan insanlar olduğunu düşünürüm hep. belki de bu yüzden yabancılarla dolu büyük bir grup içinde italyanlar’la anlaşmak, yakınlaşmak hep daha kolay gelir, kendimi bir anda onların yamacında bulurum.

yüksek sesle konuşurlar, tıpkı bizim gibi. bağırıp çağırır, her yeri çınlatan kahkahalar atar, zengin sofralar hazırlayıp uzun sohbetlere dalar, yemeyi içmeyi, kavurucu sıcakları, hayatın keyifli anlarını severler. ve bizim gibi yoksullukları, yoksunlukları, nasıl besleyeceklerini bilmeden doğurdukları çocuklarıyla geniş aileleri, kayıpları, bazen hırsları, güçlü kadınları, sevimli ufaklıkları vardır. ve tüm bunları konu edinen neşeli ve hüzünlü filmleri…

pasolini’nin 1962 yapımı mamma roma filmini izlerken de, dün akşam, bu aslında tam bir türk filmi diye düşündüm. roma’da fahişelikten para kazanan mamma roma yeteri kadar para biriktirmeyi başarınca yeni yapılanan “seçkin” muhitten bir daire alıyor, bundan sonraki hayatını pazarda meyve satarak kazanmaya karar veriyor ve köyde yaşayan oğlu ettore’yi yanına alıyor. ne de olsa bundan sonra fahişelik yapmayacak, nezih bir hayatı olacak ve oğluna da iyi bir gelecek kuracak. ama işler planladığı gibi gitmiyor, pezevenkliğini yapan adam mamma roma üstünden para kazanmaya devam etmek istiyor, ettore kötü arkadaşlar ediniyor, okulla ya da annesinin bulduğu iyi işlerle ilgilenmiyor ve daha da kötüsü annesinin şimdiye kadar nasıl para kazandığını öğreniyor. bundan sonraki trajediyi siz düşünün.

ama tabii karşımızda bir pasolini filmi var, herhangi bir türk filminde karşınıza çıkabilecek bir konunun pasolini süzgecinden geçtiğini düşünün.. mamma roma’nın ettore’ye tango yapmayı öğrettiği yatak odasında dans sahnesi, pezevenginin kendisinden talep ettiği parayı toplamak için sokaklara son kez döndüğünü sandığı neşe dolu, bir jeanne moreau’nun antonioni’nin la notte‘sinde ya da louis malle’in l’ascenseur pour l’échafaud‘sunda sokakları sessiz, romantik arşınlamasının tersine, kameranın süzülen, hızlı hareketi sayesinde sadece arka planda sokak lambaları ve yanından gelip geçen farklı insanlarla konuşmaları eşliğinde yaptığı ilk sokak gezisi ve filmin sonlarındaki umutsuz, keyifsiz, filmdeki daireselliği oluşturan ikinci sokak gezisi filmin unutulmaz sahnelerinden.

1960lı yıllardan filmler izlemek sinemanın görkemine şahit olduğumu hissettiriyor her seferinde… sanki sinema bambaşka bir sanatmış o zamanlarda ve hayatın her anını dokunuşlarıyla yüceltmiş. mamma roma cumartesi gecemizi hüzünlendirse de izlemeye kesinlikle değerdi.

Comments

Yorum Yapın