sakınılan sözler üstüne…

dün akşam istanbul modern’de adı sözünü sakınmadan olan, içerik olarak herkesin pek bir sözünü sakındığı bir etkinliğe şahit oldum. sabit fikir ve istanbul modern işbirliğiyle düzenlenen edebiyat söyleşilerinin ilkine murathan mungan konuk olurken, semih gümüş, ömer türkeş ve kaya genç ise ev sahipleriydi. istanbul modern’in yeşil çimenleri üstünde heykeller arasına yerleştirilmiş oturma düzeni, lavazza kahve eşliğinde mükemmel bir sunuma sahip olan etkinlik, içerik olarak eleştirel bakışın hakkını verecek düzeyde değildi.

bu tip etkinliklere seçilen ismin ne kadar önemli ve beklentileri belirleyici olduğunu (en azından kendi açımdan) bir kez daha anlamış oldum. murathan mungan gibi bir edebiyat süper starını ağırlamak, onu “sözünü sakınmadan” eleştirmek zor zanaat, kabul. ama bu isimde bir programda bu kadar pohpohlama, bu kadar şakşakçılık beklemediğimi de itiraf etmem gerek. kendisine bayılmasam da okan bayülgen’in konuklarını azıcık titreten, başrolü kaptırmayan saldırgan ev sahipliğinin ne kadar önemli olduğunu, bunu başarmanın da, özellikle televizyon dışında, ne kadar imkansız olduğunu fark ettim. murathan mungan korkunç bir edebiyatçı sayılmasa da, son romanı şairin romanı‘nın bir başyapıt olmadığı da bir gerçek.

yaklaşık 2 saat süren söyleşi o kadar trajikomik bir çizgide ilerledi ki, sadece şunu söylemem yeterli olur belki: körler sağırlar birbirini ağırladılar. mungan ilk iki cümlede narsisizmin, egoistliğin kötülüğünden bahsediyorsa, üçüncü cümlede, farkında olmadan, kendini tamamen bunların göstergesi olan kelimelerle, olaylarla tanımlıyordu. üretkenliğini yüceltirken kullandığı “fabrika gibiyim” tanımlaması, kendini seri üretim yapan, üretilenlerin tıpatıp benzer olduğu bir fabrikaya benzetmesi tam bir şuursuzluktu. gümüş’ün söz etmeye çalıştığı mesele dergisi’nde çıkan kötü bir eleştiriye “onun yazarı mesele’nin tuba ekinci’sidir” şeklinde yorumu, “ben bunları okumam” şeklinde kesip atması ve ardından fethi naciler dönemindeki eleştiri diyalogundan, edebiyat tartışmalarından bahsetmesi ne kadar kör olduğunun göstergeleriydi. eleştirdiği her şeyi içselleştirdiğini fark etmeyen yaşlı ve kayıp bir yazarı tam olarak temsil etti benim için. beckett’ı asla anlayamadığını ve sevemediğini söylediği bölümü, fethi naci’nin ya da memet fuat’ın kendisi hakkında bir tek satır yazmadan göçüp gittiklerini söylediği (onlar yazmamış olsalar da değerini anlayan anlamış!) kısmıysa kesinlikle unutmak istiyorum.

bu tip toplantılarda genelde asıl eleştiri seyircilerden gelir. ev sahiplerinin yapamadığı sert çıkışları izleyiciler rahatlıkla, hiç çekinmeden yaparlar. ne yazık ki sözünü sakınmadan bu anlamda da sığ geçti. mungan’ın 300 kadar hayranının istanbul modern bahçesini doldurduğu söyleşinin soru-cevap bölümü methiyelerin alınıp verildiği, alkışların koptuğu bir platforma döndü.

“alan mutlu, veren mutlu, sana ne?” derseniz… işte söyleşinin adı sözünü sakınmadan olunca daha cesur yaklaşımlar beklediğimden gittim ben de. yaşlı kuşak eleştirmenlerin eskisi gibi ciddi eleştirmenlik yapmayı bırakıp yazarların arkasında ya da arasında pinpon toplarına dönüştüğü bir zamanda yaşadığımızı ve kaçınılmaz olarak gençlerin yanında üstünlük tasladıklarını unutmuşum…

bundan sonra, murathan mungan’ın belki 10 yıldan fazla zaman önce, şimdi tarih olan aziz nesin sahnesi’nde 5. sokak tiyatrosu’nun rejisiyle izlediğim, halen unutulmaz dumrul ile azrail‘in yazarı olarak hatırlamayı tercih edeceğim sanırım.

Comments

Yorum Yapın