uzun bir zaman sonra beyaz ekranın uçsuz bucaksız dünyasına dönüş. üstelik de bir dönemin filmleri üstüne bir filmle. 2010 yapımı deux de la vague (two in the wave) yeni dalga yönetmenlerinden françois truffaut ve jean-luc godard’ın nasıl birlikte yola çıkıp yollarını bir gün ayırdıklarını ve onların yolculuklarına ortak bir oyuncu-karakteri, jean-pierre léaud’yu, konu alıyor. bu saydıklarım her ne kadar gayet “sınırlı” konular gibi görünse de, “belgesel” türüne pek bir yenilik katmayan, onun olanaklarıyla oynamayan bir örnek için fazlasıyla geniş kalıyor ve insanda doyurucu bir belgeselden çok, iyi bir arşiv taramasının görsel şölenine tanık olmuş hissi bırakıyor.
truffaut ve godard’ın ikisinin de 21 yaşındayken cahiers du cinéma’ya yazmaya başladıklarını, dostluklarının çok daha öncesine dayandığını, truffaut’nun godard’ın ilk filmi à bout de souffle‘un senaristi olduğunu, 1958’de cannes festivali’nce yerilen truffaut’nun 1959’da dönemin kültür bakanı andré malraux’nun da desteğiyle cannes’da fransa’yı temsil ettiğini ve büyük ödülü kazandığını, biri yoksul bir aile ve mutsuz bir çocukluktan mustaripken (truffaut) diğerinin leman gölü’ne bakan bir muayenehaneye sahip, zengin bir doktorun çocuğu olduğunu (godard) ve ikisini de sinemanın hayatlarını boşa harcamaktan kurtardığını, truffaut’nun “antoine doinel”i olmaktan yorulan léaud’nun aralarda oynadığı godard filmleriyle dinlendiğini, politik olmayı seçen arkadaşın (godard) “güzel film”ler yapmayı seçen arkadaşla (truffaut) kopuşunu, beğendikleri yönetmenlere yazdıkları mektupları, onlarla yaptıkları söyleşileri ve daha bir çok detayı bilmiyorsanız izlemeli ve bir dönemin en cool üç erkeğinin arasındaki oldukça romantik, inişli çıkışlı ilişkisini bir ucundan yakalamalısınız.
zamanlarının sinema anlayışını tepetaklak eden bu adamların kariyerlerine çok genel bir bakış sunan deux de la vague, hoş vakit geçirmek ve daha fazlasını merak edip araştırmak, başka filmlere yelken açmak için iyi bir kaynak. tek başınaysa, ne yazık ki, çok anlamı yok.

Yorum Yapın