talimhane tiyatrosu bu sezon aramıza temelli olarak geri döndü. komşuları olan huzursuz, tekinsiz, olumsuz yaşlı teyzeyi nasıl ikna ettiler ya da açılmalarını ne, nasıl sağladı bilmiyorum ama hoş geldiler bir kez daha. buralarda bir mekana daha çok ihtiyacımız vardı.
kapanmasından önce sadece bir kere, o da transit doğaçlama festivali’nin bir etkinliği kapsamında gittiğim talimhane tiyatrosu’nu bu gece ikinci defa ziyaret ettim. laboratuar’ın yeni oyunu vanti vesilesiyle.
laboratuar çok fazla takip ettiğim bir oluşum değil. tam olarak kimlerden oluştuğunu ancak biraz önce karmaşık web sitelerini karıştırınca anladım. temelde ankaralı, odtü çıkışlı, odtü çağdaş dans günleri’nde öyle ya da böyle buluşmuş bir grup insanın kurduğu bir sanat girişimi. içlerinde şimdilerde ismini daha sık duyduğumuz begüm erciyas, gonca gümüşayak ve şafak uysal da var.
bu akşam talimhane tiyatrosu’nda izlediğimiz vanti‘de ise tanıdık olarak sadece doğuş bitecik sahne, ses tasarım ve film reji görevlerinde karşımıza çıktı.
talimhane tiyatrosu fuayesinde kafasında bir pervane ile fısıl fısıl konuşmakta olan çizgili pijamalı, siyah terlikli, göbekli, tuhaf adam ilginç bir performans izleyebileceğimiz sinyalleri veriyordu. ne yazık ki aradığımızı, beklediğimizi çok fazla bulamadık. işin görsel kısmı bir bütünlüğe, karanlığıyla bir tutarlılığa sahip olsa da, metin “koyun olmayın” derken seyirciyi an be an koyunlaştıran bir kurguya sahipti. bir yere gitmeyen cümleler, 3-4 defa tekrarlanıp herhangi bir mizah ögesi bile katılmayan kara-kuru kral hikayesi, sürekli yinelenen “beyler!” hitabı… bunların hiçbiri seyirciyi bir atmosferin içine çekmeye, oyunun aurasını yaratmaya yönelik değildi. metni yazan eren gülbey’in bir derdi olduğu açık olsa da anlatma yollarını yeterince araştırmadığı ya da tekrarın tembelliğine yenik düştüğü aşikâr. çok fazla geneldi anlattıkları, sahnede kim var, ne yapıyor, ne yapmış, neden şimdi bunu yapıyor gibi boşlukları doldurmamızı sağlayacak, bizi ona yakınlaştıracak, aramızdaki bağı güçlendirecek kişisel detaylar, hikayeler vermedi elimize. tavana bağlanan, pijamalı adam ittikçe boşlukta sallanan tabureler gibi bir sağa bir sola sallandık durduk. zaten bir süre sonra metni takip etmeyi bırakıp beckett’in solo oyunlarını, bir an bile yorulmadan takip edebileceğiniz uzun monologlarını, geçen mayıs ayında garajistanbul’da seyrettiğimiz conor lovett’ın beckett yorumunu düşünmeden edemedim.
oturma yerlerinin ana giriş kapısına bakar şekilde yerleştirilmesi, kapının oyun boyunca aktif olarak kullanılması, görüntünün bu kapı üstüne yansıtılması iyi güzeldi de, bu girişin 1-2 metre üstüne takılmış yanar haldeki ufo ısıtıcılar biraz sahne bütünlüğüyle çelişir gibiydi. bu uzaklıktaki bir ısıtıcının ne sahnedeki oyuncuya ne de biz seyircilere bir hayrı olmadığı kesin. peki neden yanıyorlardı, dekor muydular, yoksa ışık kaynağı mı bilemiyorum. talimhane’nin bütün kış açık kalmayı planlıyorsa soğuğa acilen bir çözüm bulması gerekiyor, ya da ayakta izlenebilecek, en azından hareket ederek ısınabileceğimiz performanslara yönelinebilir belki. bir değişiklik olurdu…
vanti ile ilgili son not olarak: oyuncunun sesini, gerçekten konuştuğunu daha çok duysak bambaşka bir deneyim yaşardık belki de. sürekli mikrofondan ya da görüntü üstünden gelen kayıtlı ses, bizi daha da yabancılaştırıyor içinde bulunduğumuz mekana. “duymaya çalışmak” bile “anlamaya çalışma”ya bir giriş olabilir ve gösterdiğimiz çaba oyunla yakınlaşmamızı sağlayabilir. kulaklarımızı zorlamadan bize ulaştırılan fısıl fısıl konuşmalar bize sadece bir oyunda olduğumuzu, sahnedeki ile aramızda derin bir mesafe olduğunu hatırlatıyor defalarca, o kadar.

Yorum Yapın