güneşli bir cuma gününün sabahında istanbul modern’in yolunu tuttuk. henüz ortalık kalabalıklaşmadan bir göz atalım şu kutluğ ataman retrospektifine dedik.
daha önce nişantaşı yaya sergileri (sanırım 2004) kapsamında yolumu düşürüp düşürüp birkaç defa izlediğim ruhuma asla bana en tanıdık video yerleştirmesi olsa da ataman’ın, bienallerde çok karşılaştığımız isimlerden olduğu için hemen her işinin önünden bir kere geçmişliğimiz olmuştur herhalde. istanbul modern’in kısıtlı alanında seçkiye girememiş videolar ise semiha berksoy üstüne olan semiha b ve kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü konu alan 1+1=1 gibi görünüyor.
kutluğ ataman son zamanlarda iktidar yanlısı, türbanı, akp politikalarını göklere çıkardığı açıklamaları nedeniyle ne yapmaya çalıştığını anlamadığım, hatta kendisinin anladığından emin olmadığım bir isim. bugün videoları tekrar izleyince bir kez daha “bu adamın sanatıyla, şu aralar öne sürdüğü fikirler arasında hiçbir bağlantı, tutarlılık yok” diye düşündüm. bu kadar sivri, neredeyse pornografik, genelin dertlerini bireyler üstünden anlatan, onlar üstünden genele eleştiri getiren bir adam bugünkü politikanın yüzeysel demokrasi anlayışına, aldatıcı hoşgörüsüne nasıl olur da kanardı? sonra her şey bir anda aydınlandı: o sivri dilli videoların sahibi olan kutluğ ataman çoktan tarih olmuştu. sergide, günümüzle ilgili tek bir çalışması olmayan, en önemli işlerinin temelini oluşturan sorunlar sanki çözülmüş de geriye söylenecek hiçbir şey kalmamış gibi artık iktidarı savunmaktan, arabanın arka koltuğundan sürekli kafa sallayan oyuncak köpekler gibi kafa sallamaktan (ya da aslında ataman’ın iyi bir dansöz olduğunu da gördükten sonra kıvırmasından mı bahsetmek gerekir?!) öteye gidemeyen ataman’ın bir sanatçı olarak öldüğünü duyuruyor gibiydi sergi. bir anma, bir ruhuna fatiha hareketiydi.
ben anmaktan, belki hiç şahit olamayacağım hayatları bir kez daha izlemekten, anlamaya çalışmaktan, tanık olmaktan büyük keyif aldım, o ayrı. umarım bir sanatçının yeniden dirilişine de tanık oluruz gelecekte…
küçük not: aklıma geldi birden. ruhuma asla teşvikiye camii’nin arkasında şimdi yanılmıyorsam kuaför olan dubleks zemin katta oynarken, ben yaya sergilerinin bir orasını bir burasını gezerken bir gece ceyhan fırat’la, sergiyi yapan kolektif grubuyla burun buruna gelmiştim. nişantaşı’nda bir bara gittiklerini söylemişlerdi, 10-15 dakika eşlik etmiştim. ne ilginç kadındı şu ceyhan fırat! ve köken ergun’un bambaşka trafik ışıkları, halil altındere’nin teşvikiye karakolu yanına kondurduğu kurşunlardan “seni seviyorum” çalışması (karıştırmıyorumdur umarım), maçka ayrımındaki küçük adacığa konulan dev penguenleri, kırmızı elbiseli ağaçları, cevdet erek’in itü maçka’daki ses yerleştirmesi ile ne güzel bir olaydı şu yaya sergileri! bambaşka bir nişantaşı yaratmışlardı bir ay boyunca.
neymiş sanatı kamusal alana taşıma çabası yeni bir şey değilmiş. ama nedense o zamanlar kimseler sergi falan basmamışmış. neden şimdilerde birileri birilerini dövmeden sergi yapılamıyormuş acaba? hoşgörü düzeyimiz artmış mıymış acaba son yıllarda, neler olmuş, düşünülesiymiş!
bir not daha: sergide orijinali ingilizce olan videoların türkçe’ye çevrilmemiş olması garibime gitti doğrusu. e keşke türkçe videoları da ingilizce çevirisiz koysaydınız istanbul modern? ama onlar başka sergiler için çoktan ingilizce’ye çevrilmişti değil mi? sırf türk katılımcılar anlasın diye daha fazla uğraşmaya da pek gerek yok zaten, çok haklısınız…

Yorum Yapın