dün akşam rotterdam’dan taptaze portakallar geldi kapsamında rosto in turansureishon adlı oyunu izledik garajistanbul’da. ne yazık ki kötü, sıkıcı, “cıvık” bir deneyim oldu.
öncelikle organizasyonun garip çeviri mantığından bahsetmek istiyorum. gerçi basılı materyallerde de ikinci dil olarak ingilizce yerine flamanca’nın tercih edilmiş olmasını epey milliyetçi bulmuştum, ama japonca bir oyunda üstyazıların türkçe ve flamanca olmasını hiç beklemezdim. özellikle istanbul gibi büyük, turistik bir şehirde festival yaparken. belki de bu kötü strateji nedeniyle salonun ancak yarısı doluydu ve neyle karşılaşacaklarını bilmeden gelen yabancıların çıkardığı sıkıntı sesleri bir süre sonra hepimiz için rahatsız edici oldu. belki daha da ilginç olan sahnenin arkasındaki ekrana bakılarak karaoke yapılan bölümlerde şarkı sözleri ingilizce ya da fransızcayken herhangi bir çeviriye gerek duyulmamış olmasıydı. garip ve tutarsız geldi doğrusu.
sahneyi tümüyle kaplayan kocaman dekorlar (seyirciye göre solda dev bir balon, arkada büyük bir ekranın oturtulduğu ahşap yapı) garajistanbul’un sahnesinde biraz fazla yer kaplıyor gibiydiler. sahnedeki tüm ögeler üst üste çıkmış, katmanlaşmış gibiydi. ayrıca köşelerde oturan seyirciler üstyazıyı nasıl gördüler çok merak ediyorum.
oyunun geneline gelirsek… sahnenin sağında setiyle oturmuş bir müzisyen dışında iki japon oyuncumuz vardı. ben ne yazık ki 2028 olimpiyatlarında fotoğraf çekmek için hollanda’ya gelmiş bir çift dışında pek bir şeye vakıf olamadım. sahnede öyle büyük bir karmaşa, gürültü, fazla oynama (over-acting) vardı ki konuyu takip etmeyi bıraktım bir süre sonra. zaten diyalogların da, rengarenk klipler eşliğinde söylenen şarkıların da çok derin bir anlamı olmadığı açıktı. evde yapacak daha iyi şeylerim vardı. keşke hiç çıkmasaymışım. dün akşamın biletiyle bu akşam crr’deki kir&glass performansına girebiliyormuşuz. gideceğimden şüpheliyim…
bu arada rotterdam üstüne kısa bir not. yıllar önce rotterdamse schouwburg’un kendi festivaline gittiğimde yöneticiler rotterdam’daki çağdaş dans-tiyatro seyircisinin ne kadar kıt olduğundan uzun uzun bahsetmişlerdi. seyirciyi çoğaltmak için yöntemler arıyorlardı. malum, rotterdam bir görsel sanatlar ve mimari kenti. büyük limanını ve endüstrisini saymıyorum. ikinci dünya savaşı sırasında neredeyse tümüyle yıkılan kent merkezini yeniden inşa ederken en azından modern mimarinin göz alıcı örneklerini vermeye, bu anlamda simetrik bir kent inşa etmeye çalışmışlar. küp evler ve erasmus köprüsü rotterdam’ın görülesi acayip mimari örneklerinden. kısaca, kendi şehrinde sıkıntıda olan bir tiyatronun istanbul’u bu kadar sık ziyaret etmesi bana biraz garip geliyor. istanbul 2010 ajansı’ndan bolca nemalandılar sanırım, değil mi?
NOT: festivalin koordinatörü pelin başaran’dan gelen bilgiye göre festivalin ana bütçesi rotterdam belediyesi, hollanda konsolosluğu ve grupların kendileri tarafından karşılanmış. kalan küçük bir miktarı ise 2010 ajansı sağlamış. önemli bir bilgi olduğu için paylaşmak istedim. (09.11.2010)

Yorum Yapın