döndüm!
iyiyim de ama yazasım yok pek. ne jardin d’europe ödülünü seyirciyi de sahnede çalışanları da yeterince mutlu ettiğini düşünmediğim e.i.o‘ya gitmesi ne de bloom!’un city adlı performansı o kadar da içimi açmadı. ayça damgacı ve biriken mi özen yula’nın muhteşem metni mi daha çok övgü hak ediyor onu da bilemiyorum. ama hepsiyle ilgili yazacak kelimelerim birikti hiç merak etmeyin, çok kısa bir süre içinde içimi dökeceğim.
şimdilik kısa olsun diye sondan başlıyorum. büyük bir saçmalığın içine düşüp kendimi mahsun kırmızıgül’ün new york’ta beş minare adlı filminin galasında buldum bu akşam. daha önceki filmlerini izlemedim, bunu da muhtemelen izlemezdim. kaçıncı filmi olduğunu bile bilmiyorum. bayağı bir görsellik anlayışı, mesajlarla yüklü ağır mı ağır diyaloglar, komik duygusal sahnelerle korkunç bir filmdi. bir ara uyudum. uyandığımda ne olduğunu anlayamadım çünkü film o kadar direkt bir anlatıma sahip ki, sanırım, gözünüzü kırpmadan izlemeniz gerekiyor. adam çekmiş demek isterdim ama diyemeyeceğim. çekmeden önce keşke bir şeyler izleseymiş!
konuya gelirsek sevgili fethullah hocalarını yerlere göklere sığdıramıyorlar. amerika’da kalakalmışmış, ülkesine dönemiyormuş, dünyadaki en iyi insanmış. neyse benden bu kadar. izlerseniz anlarsınız diyeceğim ama bence gitmeyin, izlemeyin, anlamayın. daha iyi bir şeyler yapın zamanınız ve paranızla.
Yorum Yapın