dans platform istanbul’un forum bölümünde açılmaya çalışılan konulardan biri de kültür-sanat derneklerine uygulanan vergiler ve koreografi haklarının korunması adına sendikalaşmaya gidilmesi idi.
çok yakın bir zamanda dernek işlerine bulaşmış biri olarak derneklerin birçok alanda özel şirketlerle eşit görülmesi beni çok şaşırtmıştı. dernek adına elektrik açtırmak istediğinizde tıpkı bir özel şirket gibi 192 liralık bir güvence bedeli yatırmanız gerekiyor örneğin. bunun nedeni yasada özel şirket, kamu kurumu ve mesken dışında bir ayrıştırma olmamasıymış.
bu sadece bir örnek. dernekler ofis kiraları üstünden de her ay %20 stopaj vermek zorundalar. dolayısıyla kâr amacı gütmemek, devletin ulaşamadığı yerlere ulaşmak gibi çok önemli bir işlevi olan sivil toplum kuruluşlarının belleri daha en baştan bükülüyor. romanyalı koreograf cosmin manolescu kendi ülkesinde benzer bir sorunun (tam olarak söylemek gerekirse sivil toplum kuruluşları projeleri için devletten aldıkları fonun %10luk kısmına proje bitene kadar dokunamıyorlarmış) birkaç yıl öncesine kadar var olduğunu, yabancı kültür operatörlerinden, networklerden aldıkları destekler, sıkı bir örgütlenme, ilgili kişilerin başını hiç boş bırakmama, imza toplama gibi yoğun eylemlerle amaçlarına ulaştıklarını anlatıyor. neden biraraya gelmediğimizi, ayaklanmadığımızı, ietm vesilesiyle istanbul’da toplanan yüzlerce yabancı kültür operatörden güç almadığımızı soruyor. bilmiyor ki nelerde uğraşıyoruz biz daha burada. bana anlatmayın, romanya ne haldeydi biz bunu başardığımızda diyor. etkileniyoruz. ve tuğçe tuna konuyu açıyor forumun sabah oturumunda. bunu da konuşalım diyor. çok güzel, bir başlangıç olabilir diye düşünüyorum. ama o da ne sıra volkan ersoy’a (kendisinin başöğretmen olduğunu söyledi – ne demekse – ama anladığım kadarıyla bir yerlerde başdansçı) geliyor. kendisi uzun uzun bir derneğin vergiden muaf olmak için hangi aşamalardan geçmesi gerektiğini anlatıyor. mümkünmüş aslında muafiyet ama tabii ki ancak hak edenler yararlanabilirmiş. tam hatırlamıyorum ama 3-5 kez herhangi bir devlet kurumu ile ortak proje yapmak, sonrasında bir yerlere başvurmak gibi bir süreçten ve daha da önemlisi kiminle dirsek teması kurduğunuzun öneminden bahsetti.
evet, bu, devlette, devletle çalışmaya, dolambaçlı yollara, bürokrasinin içinde yolunu bulmaya alışmış tipik bir memurun bakış açısı. azla yetinmeyi o kadar benimsemiş ki başka türlüsünü bilmiyor, daha fazlasını istemiyor. bunu da bizlere büyük bir gururla anlatıyor.
itiraz etmeye kalktığımızda, bunun fırsatçılıktan başka bir şey olmadığını söylediğimizde, arkadan sesler yükseliyor: “her yerde böyle!”
birilerini tanımanız bazı işleri daha çabuk halletmenizi sağlayabilir, ama ancak bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde bu tanışıklıklar size böylesine yoğun ayrıcalıklar sağlar. bu ayrıcalıklar dünyasını yıkmanın tek yolu herkese eşit haklar vermektir. sivil toplum kuruluşlarına uygulanan vergilerin kaldırılması, zannetmiyorum ki, devlette büyük bir bütçe açığı yaratsız. hele ki sadece bir dans gösterisine 1,5 trilyon gibi bir para harcandığı düşünülürse (evet, vergilerimizin 2010 ajansı tarafından kime nasıl dağıtıldığı konusunu bir dahaki yazıya saklıyorum). kağıt işinin çokluğu, her hareketini sürekli raporlaması gerekmesi sebebiyle iş yapması ve para kazanması zaten zor olan dernekler sanmıyorum ki sırf vergiden muaflar diye mantar diye çoğalacak, kontrolsüz bir açılma yaşayacaklar.
candaş baş’ın açtığı konu olan sendikalaşmaya ve koreografi hakları konusuna gelirsek. bu da çağdaş gösteri sanatları girişimi’nin (çgsg) kurulduğu yıllardaki ilk toplantılarda konuşulan, üstüne gitmesi planlanan bir konuydu. ne yazık ki ortada kaldı sanırım.
burada bir parantez açıp fransa’da sahne sanatları alanlarında çalışanlara uygulanan “intermittent de spectacle” statüsünden bahsetmek istiyorum. sarkozy sayesinde tabii ki şartları kötüleşse de intermittence halen dünyadaki sayılı tanımlamalardan bence. bu sisteme göre, belli bir dönemde çalıştığınız süre oranında, işsiz kaldığınız dönemde devletten yardım alabiliyorsunuz. bir günlük bile olsa kontratlı çalışıyorsunuz.
yine fransa’da bulunan sacd sahne sanatları alanında telif haklarını koruyan bir kurum. bu kurum her ülkede farklı bir kurumla ortak çalışarak kendisine bağlı sanatçıların bu ülkelerde gösteri yapması durumunda telif haklarını topluyor. sacd’ın türkiye’deki ortağı onk ajans. bu kuruma bağlı koreograflar anlaşmalarına göre, yanılmıyorsam, ya gösterilerini kendileri deklare ediyor ve kaşenin %10u oranında telif hakkının yatırılmasını sağlıyorlar ya da kendileri deklare etmeksizin onk ajans’ın takibi ile işliyor süreç. telif hakkı kaşenin %10u olarak hesaplanabildiği gibi satılan bilet tutarı üstünden de hesaplanabiliyor. davet eden kurumun sanatçı ile yaptığı pazarlığa bağlı olarak bu tutar direkt sanatçıya da ödenebiliyor.
uzun hikaye. zamanında türk koreograflar da sacd ile çalışmak istemiş, ancak şartlardan biri de fransa’da bir ikametgah göstermek olduğu için gerçekleşememişti. mathilde monnier, xavier le roy gibi büyük isimler en az kaşeleri kadar yüklü tutarları telif haklarından kazanıyorlar denebilir. türkiye’den sanatçı davet eden festival ve mekanların ilk sordukları sorulardan biri nereye telif hakkı ödememiz gerek oluyor, böyle bir şeyin olmadığını duyunca da oldukça şaşırıyorlar.
türkiye şartlarında bu iki fransa örneğinin de işlemesi, yürür hale gelmesi zor görünüyor. yine de kendi örneğimizi, bu ideale yakın örneklerden yola çıkararak (bildiğim kadarıyla intermittence hollanda’da da uygulanan bir sistem ve eminim daha birçok örnek vardır buna benzeyen) oluşturabiliriz. çgsg bu anlamda adımlar atması gereken önemli bir oluşumdu. umarım bir an önce tekil çıkarlar için çalışmayı bir kenara bırakıp daha genel sorunları ele almaya başlarlar.

Yorum Yapın