başka dünyalar

hayat iyi filmlerle daha güzel geçiyor. sürprizlerle, yeni keşiflerle geçiyor her gece.

geçen gece ray lawrence’ın avustralya yapımı lantana filmini izledik. eleştirmenlerce lynch’in blue velvet filmine benzetilen film akıcı bir psikolojik gerilim. bir avustralya havası almak istiyorsanız deneyin.
ve dün gece izlediğimiz no one knows about persian cats ise asıl alkışı hak eden film. turtles can fly, a time for drunken horses filmlerini de aynı utanç verici bilinçsizlik (hiçbirinin aynı yönetmenin elinden çıktığını fark etmemiştim) düzeyiyle izlediğim bahman ghobadi iran’ın bize ulaşan sayılı yönetmenlerinden. senaryolarında her zaman etkileyici detaylara yer veren filmleriyle bizi farklı gerçekliklere taşıyor. no one knows about persian cats cannes’dan un certain regard-özel jüri ödülü ile dönmüş. istanbul’da herhangi bir festivalde gösterildi mi bilmiyorum, umarım gösterilmiştir. izlerken fazlasıyla fatih akın’ın crossing the bridge: the sound of istanbul belgeseline benzettik. evet film iran’daki müzisyenlerden bahsediyor, ve onları yansıtışı bir belgesel estetiğinde. ama bir belgeselin çok ötesinde bir hikaye var ve insan bu kadar yakınındaki bir ülkeyle ilgili ne kadar az şey bildiğini ve daha da kötüsü bildiği azıcık şeyin ne kadar yanlış olduğunu fark ediyor.
orhan pamuk son bölümlerde fazlasıyla sıktığı, kılıçdaroğlu’na aralarında geçen telefon görüşmesinde “kendi bildiğiniz doğruları söylemeye devam edin. nasılsanız öyle davranın. ben de yıllardır öyle yapıyorum. başarımda bu özelliğimin rolü büyüktür” tavsiyesinde bulunduğu (radikal gazetesinin yalancısıyım) ve i me mine tavrına uzun süre katlanmanın zorluğu nedeniyle manzaradan parçaları elimden attım. şimdi kendimi jean cocteau’nun 1936’da paris-soir gazetesinden marcel khill ile birlikte, jules verne’in 100. yaşını kutlamak için gerçekleştirdikleri 80 günde devr-i alemi anlatan le tour du monde en quatre-vingts jours kitabına verdim. yollarda olmak güzel…

Comments

Yorum Yapın