geçen haftayı ayşe orhon’un üsküdar tekel sahnesi’ndeki hava işiyle kapadık. ayşe’nin 2009 ağustos’ta berlin’de ilk gösterimini yaptığı, o zamandan beri portekiz, fransa, italya’da gösterilen hava‘sı bize ancak ulaşabildi. bu konuda kime veryansın etmeli artık bilmiyorum. ne de olsa aydın teker’in aKabı, taldans’ın dokuman işleri de aynı durumda kalmıştı. istanbul ancak yalancı bir avrupa kültür başkenti olma kapasitesinde. dansın halen kurumsallaşmış bir sahne sanatları alanı olarak görülememesi, devletin bu alana en küçük destekte bulunmaması, bırakın prova stüdyolarını çağdaş dansa uygun sahnelerin bile mumla aranarak bulunabilecek azınlıkta olması içler acısı bir durumda olduğumuzun göstergesi. alana kalifiye eleman yetiştirmek üzere açılan üniversite bölümlerinin yöneticilerinin bile sahne sanatları alanını hor görmesi de işin cabası tabii. kocaman kampüsler yapılıyor, içlerine devasa müzeler kuruluyor ama iki kafe-restoran yerine bir tane yapıp, diğerini de bir sahneye çevirmeyi kimse aklından geçirmiyor. çok mu büyük işlerden bahsediyorum? bilmem, nedense o kadar zor değil gibi geliyor bana, ki eminim bu yönetici takımı benim avrupa-amerika’daki mütevazi maceralarımın üç-beş katını yaşamış, yüzlerce mekan görmüştür. bunun adı sadece kolaycılık, bencillik…
ayşe orhon’un işine geri dönelim. hava henüz berlin’de gösterilmiş, marsilya’daki özel gösteriye hazırlanırken (özel, çünkü preview sadece yaratım sürecindeki işlerin gösterildiği ve seyircilerle tartışmalı bir paylaşım yapma üstüne kurulu bir festival ve hava orada gösterilen ilk “aslında bitmiş” iş oldu), ayşe de bu farklı festivalin çerçevesine nasıl uyum sağlayabileceğini düşünüyordu. böylece yeni deneyler yapmaya karar verdi ve eseri yapıbozuma soktu. ayşe orhon ve ahmet altınel’in başından sonuna birarada yer aldığı, birbirlerini dinlemeleri, birbirlerine tepki vermeleri üzerine kurulu olan “hava’nın a’sı” katmanlarını teker teker sermeye karar verdi seyircinin algısına. ve sonunda hava olarak çıktı istanbul seyircisinin karşısına.
ne yazık ki eseri üreten kadar dikkatli, özenli bir seyircimiz yok. üsküdar tekel sahnesi bu konuda özellikle kötü dersem çok da yanlış olmaz sanırım. ne izlemeye geldiğini bilmeden bilet alanlar (hatta belki de eş-dosta gönderilmiş davetiyelerden yararlanıyorlardır, ne de olsa iksv’nin sponsorlarına çok fazla sayıda davetiye ayırdığı hepimizin malumu), akşamları oralardan geçerken yolu düşenler bu sahnenin çoğunluklu seyircileri. izlemesinler demiyorum ama en azından saygı göstererek izlesinler, kafalarındaki zincirleri kırabilmek için izlesinler, ağızlarını kapayıp algılarını yeniliklere açmaya hazır olsunlar. yapamıyorlarsa da, evet, izlemesinler. izlemesinler ki biz izleyenler 40-50 dakika boyunca tırnaklarımızı yemeyelim sinirden, birilerini susturmaya çalışmayalım, sahnedeki oyuncu-dansçı konsantrasyonunu sağlamak için uğraşıp durmasın. ayşe orhon’un ilk gecesine de gülme krizine girenler, performans boyunca konuşup duranlar ve sanki 3 saatlik bir iş izliyormuş da dayanamayacakmış gibi nerede oturduğuna bile aldırmadan salondan çıkanlar damgalarını vurdular. bir kez daha nelerle uğraşıyoruz biz, daha ne kadar çok yolumuz var diye düşündüm…
ayşe ve ahmet tüm bunlara rağmen sahnede büyüdüler. yalın, simsiyah bir sahnede bedeninden çıkan tüm sesleri ahmet altınel’in sadece bir teli çalarak çıkardığı seslerle bütünleştiren ayşe orhon bir kez daha bize sadece aydın teker’in işlerinde bedenini mükemmel kullanabilen salt bir dansçı olmadığını gösterdi bize. eserin sahnedeki duruşu seyirciden biraz kopuk, mesafeliydi. onlar sanki bir kutunun içinde fazla kurgusal bir dünya yaratmışlar, tesadüflere pek yer bırakmamışlardı. ayşe’nin önceki işi tekrar edebilir misin? tesadüfi sözcüklerle örülmesi, seyirciyi daire şeklinde oturtup ortasında da oynanabilmesi ve hatta değişik işlerle birlikte (başında ve sonunda iki bölüm olarak) gösterilebilmesi açısından daha esnek ve samimiydi bence. hava biraz daha uzman gözlere hitap ediyor sanırım. izlemesi keyifli ama akılda söyleyecek çok da bir şey bırakmayan bir mükemmellik…
haftasonu izlemek istediğim bir diğer iş de remdans’ın bayrampaşa cezaevi’ndeki “ıslak hacim”iydi. ne yazık ki taşınma telaşından ve kemer sıkma politikası sebebiyle pas geçtik. danzon‘un yorumunu okuduktan sonra insan daha da kötü hissediyor kendini gitmediği için…

Yorum Yapın