istiklal caddesi üstünde yeni bir "arter"

hava üstüme basıyor, kocaman ağır bir asker postalının altında eziliyorum sanki. oysa yapacak ne çok şey, çözmek gereken ne çok sorun var. mayıs ayının ikinci yarısı böyle sıkıcı, bunaltıcı olmamalıydı…
geçtiğimiz haftalarda görsel sanatlar alanından tanıdık yüzlerin istiklal caddesi’ne kadar taştığı, en az vitrindeki şişme tankı kadar havalı bir kokteylle açılan yeni çağdaş sanat mekanımız arter, eylül ayına kadar sürecek olan “starter” sergisine ev sahipliği yapıyor. melih fereli ile aylar önce açılacak, daha çok türkiye’nin komşularından, sonrasında türkiye ve avrupa’dan sanatçıların işlerine yer verilecek şeklinde edindiğimiz bilgiler doğru çıktı.

cevdet erek’in bir halı ile sahil sahnesi sesi yaratımına dair kitabından, happening kavramının yaratıcısı allan kaprow’un çalışmasına; halil altındere’nin absürd videosundan, balkanlar’dan video, fotoğraf, yerleştirme alanlarında bir sürü ilginç işe; john cage’in avant-garde ses(sizlik)lerinden, nam june paik’ten örneklere yığınla ilham verici eser dört kata yayılmış görülmeyi bekliyor. ayrım yapmak çok mümkün olmasa da video ve fotoğraf seçkileri özellikle dikkat çekiciydi. yerleştirmeleri geri plana atacak kadar…

istanbul modern ve pera müzesi beyoğlu çevresindeki en kapsamlı çağdaş sanat mekanları olarak düşünüldüğünde bir karşılaştırma kaçınılmaz. öncelikle giriş ücretsiz! bu da demektir ki bir kerede bitirmek zorunda değilsiniz, geri dönmek, defalarca girip çıkmak serbest. bence bu en büyük artı.
arter neredeyse sadece istanbul bienallerinde görebileceğimiz dolulukta. her köşeden, dönemeçten yeni bir ses, yeni bir görüntü çıkıyor. bir piyanonun her haliyle (parçalanmış, tuşları çivilenmiş, içi açılmış…) karşılaştığımız starter’da ana akım fluxus. kompakt bir mekan olması, göz yormayan ışıklandırması gezmeyi kolaylaştırıyor, insanı yormuyor. girişte sergilenen eserlerin bir kısmı için ayrı ayrı yapılmış kartpostallar benim gibi meraklıların en seveceği ayrıntılardan.
starter bir bütün olarak değerlendirildiğinde çok başalı bence. tek zayıf noktası ise okuması zor, esen karol’un bir kaligrafla birlikte yaptığı çalışmanın meyvesi, bence korkunç kötü olan afişi. bir de bence eserlerle ilgili bilgiler çok alakasız yerlere yerleştirilmiş mekanda. neyin neye ait olduğunu bulmak, bağlantı kurmak oldukça zor oldu bazen. umarım buna daha yaratıcı bir çözüm bulunur.
bir de içimden bir his diyor ki bu binanın hepsini görmedik henüz, gizli saklı köşelerinde bir küçük performans mekanı, bir hoş kafe de var. bakalım doğru çıkacak mı…

ps: borusan müzik evi de bence karşılaştırma yapılabilecek mekanlar arasında olmalıydı. ama ne yazık ki pazar günleri tamamen kapalı olmaları, üst katta yer alacağını söyledikleri kafenin halen açılmamış olması, kepenkleri bile indirerek sokaktan iyice kopmuş olan görüntüleri fazla elitist bir algı yaratıyor. istanbul modern bile fahiş fiyatlara oturulunabilen kafe-restoranına rağmen bu kadar elitist bir duruş sergilemiyor. kocabıyık vakfı sadece “biz de yaptık!” diyebilmek için mi el attı bu işe, anlam vermek zor. oysa ellerinin altında her an hayatın içinde olabilecek bir cevher var. ve bu cevherden yararlanmayı bekleyen yüzlerce insan…

Comments

Yorum Yapın